Bugüne baktığımızda en çok kuşku, kaygı ve ötekilik algısı üzerinden yönetsel bir hegemonik mekanizma işletilmekte olduğunu görmekteyiz. Toplumlardaki vicdan ve merhamet yitimi, beraberinde telafisi zor krizler ve iddiasızlık mefhumları üretmektedir
Azad Barış
Bu çağ, azınlığın çoğunluğu yönettiği, güvensizliğin güvenin yerine ikame edildiği, savaşın barıştan daha değerli görüldüğü, düzenbazlığın olağan sayıldığı, sahiciliğin naiflikle itham edildiği ve yalanın hakikati alt ettiği bir çağdır. Bilgi, birikim ve erdemin çoğunlukla suç sayıldığı, suçun ise norm sayıldığı bir çağdır bu çağ. Bu asrın toplumsal kurgusu ve sosyal manzaraları tamamıyla güvensizlik ve endişe üzerinden inşa edilmiştir. Bu çağ tinle bedenin her geçen gün birbirinden uzaklaştığı bir çağdır. Bu çağı kısaca yıkımların yaratımları, endişenin ise güveni alt ettiği çağ olarak tanımlayabiliriz.
Bu çağı çağrıştıran ilk sembollerinden biri belki de Munch’un ‘Çığlık’ tablosudur. Bu çağın ruhunda Gauguin’in büyüleyici manzaralarının tasavvuru ya da Monet’in ışık huzmeleriyle süslü bahçeleri yoktur, Van Gogh’un o renkli hayal tarlaları ise Picasso’nun Guernica’sının yıkıntılarına yenik düşmüştür. Cezanne’ın ‘İskambil Oynayanlar’ tablosundaki tekinsizliğin bir tekrarı sanki tüm yaşadıklarımız.
Bugüne baktığımızda en çok kuşku, kaygı ve ötekilik algısı üzerinden yönetsel bir hegemonik mekanizma işletilmekte olduğunu görmekteyiz. Toplumlardaki vicdan ve merhamet yitimi, beraberinde telafisi zor krizler ve iddiasızlık mefhumları üretmektedir. Umut dolu gelecek tasavvuru varoluşsal korkuların çok gerisinde kalmıştır. Dünyanın içinde bulunduğu şiddetli geçimsizlik hali ve öteki imgesi, mevcut çatışma ve savaşları kaçınılmaz kılmaktadır. Günümüzün “modern vekâlet savaşları” ve çatışmaların birçoğu belirli bölgesel sınırlar içine izole edilmiş gibi görünse de, etkileri küresel düzlemde büyük sarsıntılar yaratmakta ve her geç gün “büyüklerin bizatihi” savaşları olarak hayatın her alanına sirayet etmektedir. Dünyanın siyasi aktörlerinin adı konulmamış bir krizle karşı karşıya kaldıkları bir hakikattir. Birbirlerinin oyunlarını bozan muzır çocuklar gibi hileler yapıp, kanlı oyunlar oynamakta, dünyayı büyük felaketlere sürükleyen geçen asrın şer tellallarının birer reenkarnasyonu gibi davranmaktadırlar. Dolayısıyla karamsar bir geleceğin içine itilen insanlar, medeniyete karşı yerel öğeler üzerinden mitolojik mitler kurarak insanlığın değerler merkezine temsili savaşlar açmaktadır. Buna bağlı olarak devam eden savaşların dini ve milli imgeleri, uygarlığın başarısızlığı anlamına geldiği gibi kültürel ve sosyal kazanımların da kaybı demektir.
Siyaset kuramının ölçüleriyle mevcut dünya liderlerinin profillerine ve kapasitelerine bakıldığında her birinin krizin ana gövdesinin bileşkesi olarak varlıklarını sürdürdüklerine tanıklık ediyoruz. Gittikçe büyüyen dini, milliyetçi, radikal unsurların ana odaklarında yerlerini alıyorlar. Bir önceki çağın ‘yıkım ustaları’ gibi bugünkü siyasi aktörler de, her an ve her yerde ‘düşman resimleri’ üzerinden kitle psikolojisini kullanarak “yücelmeye” çalışıyorlar. Dünya sistemini etkin bir şekilde değiştirebilecek süreçlere dahil olmak yerine, kendi tahakkümlerinin tesisiyle müşküldürler. Çıkardıkları krizlerin sürdürülebilir bir seviyede seyretmesinin nedenlerinden biri de çatışma alanlarının “kendi” evlerinin dışında olmasıdır. Ama her geçen gün krizin ortaya çıkardığı yıkımların toz bulutlarının, onların saf mavi göklerine de sirayet edeceği muhakkaktır. Nitekim savaşlardan kaçan milyonlarca insanın dünyaya dağılması, sebep olduğu krizin kendi evlerine dönmesinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla dünyada mülteci sorunu veya krizi olarak lanse edilen insan hikayeleri bir modernite krizidir. Ve bu “yeni çığlık” hayatın her alanına yayılmıştır. Dünya çapında ulus devletlerin kurgusal restorasyonu ve buna bağlı olarak gelişen köktendincilik, ırkçılık ve yükselen milliyetçilik, insanlık mirasının ne denli bir krizle boğuştuğunun önemli bir işaretidir. Medeniyetin yaralanması olarak ortaya çıkan bu boğuşma hali halklar ve milletleri birbirlerini boğazlama noktasına kadar getirmiştir. Bu gidiş devam ettiği müddetçe de çağın son umut çiçekleri de endişe tipilerine yenik düşecektir.