İlham Bakır
İzmir’de bir fabrikada çalışan üç genç işçi bir ırkçı tarafından üzerlerine benzin dökülerek yakıldı. Vardiya sonrası uyudukları yatakhanede üzerlerine benzin dökülen işçiler kaldırıldıkları hastanede birkaç gün arayla hayatlarını kaybettiler. Basından, kamuoyundan saklanan ve soruşturma dosyası üzerine kısıtlama kararı konan olay, ırkçı fail, iki Türk’ü bıçakladıktan sonra basına sızıyor. Irkçı fail aynı fabrikada çalışıyor ve olaydan iki gün önce onları yakacağına dair tehditler savuruyor. Suriyeli göçmenlere dair sürekli ırkçı söylemlerde bulunuyor. Herkesin gözü önünde işlenen bu vahşi cinayetlere yine herkesin işbirliği ile ortak bir suskunluk perdesi çekiliyor. Gençlerin aileleri, konuşmamaları için özenle susturuluyor. Fabrikadaki işçiler ya katille benzer duyguları paylaştıkları ya da işlerinden olmamak için susuyorlar. Olay kamuoyuna yansıyınca ırkçı saikle işlenmiş böylesi vahşi bir cinayet karşısında kamuoyunun infiale kapılması beklenir değil mi? Kamuoyu infiale kapılmıyor, sokağa dökülüp bu vahşeti protesto eden kimse yok. Böylesi olaylar karşısında her zaman bir duruş ve tavır ifade eden birkaç sivil toplum kuruluşu, bazı siyasi partiler açıklama yapıyor. Ve işte tamam bu kadar. Öyle ya, daha çok kısa bir süre önce Konya’da yedi kişilik bir aile sırf Kürt oldukları için öldürülüp cesetleriyle birlikte evleri ateşe verilmemiş miydi? Hem de bu olay, aylarca süren bir saldırının parçası olarak herkesin gözü önünde açık açık işlenmemiş miydi? Saldırganlar bu sürecin her parçasında itinayla korunup kollanmamış mıydı? Hrant’ı sadece Ermeni olduğu için bütün bir toplumun işbirliği ve suskunluğuyla göz göre göre öldüren ve korunan, kollanan zihniyet yine bunun aynısı değil miydi?
Maraş, Çorum, Sivas aynı ırkçı toplumsal mutabakatla adım adım geliştirilen ve toplumsal suskunlukla üstü perdelenen, katillere dokunulmazlık zırhı verilen katliamlar değil miydi? Daha onlarcasını saymakla bitmez. Kürt coğrafyasına girersek sayılacak bu tür ırkçı katliamların haddi hesabı yok. Kürtlere, Alevilere, solculara, sosyalistlere, Müslüman olmayanlara, kadınlara karşı adı konmamış bir toplumsal mutabakattan alınan onayla işlenen bu cinayetler yine toplumsal bir suskunluk mutabakatıyla sis perdesinin altına gömülüyor.
Her devlet ırkçıdır. Ve her devlet, her devletimsi egemenlik sistemi bu tür ırkçı zihniyetlerin gelişeceği fiziki ve zihni ortamı hazırlar, bunları besler, büyütür, azmettirir ve sonrasında koruyup kollar ve çeşitli şekillerde taltif eder, ödüllendirir. Egemenlerin bu cinayetleri ne kadar cüretkar ve yaygın işleyebilecekleri kamuoyunda yarattıkları rıza ve suskunlukla doğru orantılıdır. Çoğu zaman da kamuoyunu çeşitli oyunlarla, sorunların kaynağı olarak ötekileri göstererek rıza göstermeye ikna ederler. Bunun işlemediği yerlerde de zorun gücü ile bu rızayı yaratırlar. Fakat bütün bu maniplasyona yahut zora dayalı üretilen rıza ve suskunluk iklimi içerisinde o toplumun aydınları, entelektüelleri, sanatçıları çok net bir karşı tavır alır ve toplumların bu vahşi ırkçı cehennemi büyütmelerini engellerler. Onlar toplumun vicdanıdırlar. Aydınının, entelektüelinin, sanatçısının bu tür olaylar karşısında gerekçesi ne olursa olsun susturulduğu, rıza gösterir hale, hele hele destekçisi konumuna getirildiği bir toplumun iflah olma şansı yoktur. Destek verenler, rıza gösterenler, susanlar nasıl bir cehennemde yanacaklarını henüz bilmiyor olabilirler. Ya da ıslık çalarak bu cehennemi korkuyu bastırmaya çalışabilirler. Eğer ülkenin aydınları ıslık çalmaya başlamışsa, “gözümü kapatıp açarsam her şey geçecek” tavrına bürünmüşse, işte o zaman bizi bekleyen kendini sonsuz tekrar eden bir cehennemdir.