H.Arendht ‘Katıksız şiddete dayalı yönetim, iktidarın kaybedildiği süreçte devreye girer’ derken, bugünkü Türkiye’nin durumunu anlatır gibidir. Sadece son bir haftada yaşananlar, meydana gelen olaylar ve bunlar karşısında iktidarın takındığı tavır bunun açık göstergesi değil mi? Kuşkusuz yaşananlar, iktidarın geldiği aşamayı, anlamak açısından oldukça öğretici. Cumartesi Anneleri 700’üncü haftada, kaybedilen yakınlarının akıbetini sorarken, Galatasaray Meydanı’nda saldırıya uğradılar. Hemen herkes yaşanan duruma tepki gösterip, ‘bu kadar da olmaz’ minvalinde değerlendirmeler yaparken, önce meşhur bakan çıkıp ‘annelik istismar ediliyor’ dedi. Ardından bilinen sözcü ‘Artık İstiklal Caddesi’nde böylesi eylemlere izin vermeyeceğiz’ açıklamasında bulundu. ‘Böylesi eylem’ denilen de, 20-30 annenin her hafta bir araya gelerek, sessiz bir biçimde oturması ve ardından açıklama yapması oluyor. Kamuoyuna da yansıdığı kadarıyla, eylemi daha etkili kılmak, iktidar nezdinde görünürlüğünü arttırmak amacıyla geçen hafta kitlesel bir eylem hedeflendi. Fakat başta sanatçılar olmak üzere geniş toplumsal muhalefetin destek verdiği bu eylemi, iktidar kendisi için tehdit olarak gördü ve izin vermedi.
Anneler, 20 yıl öncesinde olduğu gibi yaka paça gözaltına alındı, kolluk kuvvetlerinin şiddetine maruz kaldı. Biliniyor! İktidarın başı konumundaki Erdoğan her ağzını açtığında Türkiye’nin iyiye doğru gittiğini, her şeyin daha güzel olduğunu söylemekte, ‘bizi kıskananlar var’ demektedir. Ona göre neredeyse tek sorun, Türkiye’nin büyümesini hazmedemeyenler. Öyle ki, hem Erdoğan hem Yıldırım, düzenli bir biçimde bu kıskanmak eyleminden söz ediyorlar. Belli ki sıradan toplum insanına doğrudan bir mesaj verilmek isteniyor: Ayağımıza dolananlar var, bize engel olanlar var, yoksa şimdiye nerelere varmıştık, denilmek isteniyor. Ki başta Erdoğan olmak üzere AKP cenahı, artık halka kendilerini anlatamadıklarını, halkı ikna edemediklerini çok iyi biliyorlar. Bundandır ki, kuruluş sürecindeki AKP algısını canlı kılmak, kendilerine dönük olumsuz yargıyı değiştirmek için, bir süredir böyle bir söylem tutturmuş durumdadırlar.
AKP iktidarı, başlangıç döneminde, kendisini değişim ve refah gücü olarak lanse ettiği için halktan olur almış, bu sayede etkili olmuştur. Fakat şimdi vaziyet başkadır. Eskiden umut vadeden, sorun çözecek görüntüsü veren AKP, bugün toplumda tam bir güven kaybı yaşamakta, ‘kendisinden önceki partilerden farkı yok’ düşüncesi giderek baskın hale gelmektedir. İşte! AKP yönetimini en fazla endişelendiren ve akıl almaz politikalara sevk eden de bu yaklaşım olmaktadır. AKPSaray iktidarı, sıradanlaştığında, değişim iradesi olarak görülmediğinde, çabucak eriyeceğini ve yok olacağını bildiğinden, herkesin hemfikir olduğu üzere zora başvurmaktadır. Zorla kendisini ayakta tutmak istemektedir.
Cumartesi Anneleri’ne yapılan saldırı da buradan kaynaklanmaktadır. Elbette annelerin eyleminin, toplumsal muhalefet açısından bir anlamı vardır. Fakat bu eylemin var olan iktidar için, ciddi bir tehdit oluşturmadığı da açıktır. AKP’yi saldırgan kılan eylemin kapsamından ziyade verdiği mesajdır, her şeye rağmen direnen halk iradesine yaptığı vurgudur. İktidar öyle bir aşamaya gelmiştir ki, en cılız sesin dahi yankılanacağını, suya atılan taş misali dalgalanmaya neden olacağını düşünmekte ve huzursuz olmaktadır.
Evet! Bugün Türkiye’de, en az toplum kadar, huzursuz bir iktidar söz konusudur. Her an her şeyini yitirme telaşına düşen, ‘orayı sustur, burayı yamala’ diye debelenen bir iktidar mevcuttur. Erdoğan ne yaparsa yapsın etkili olamamakta, halktan gerekli desteği alamamaktadır. İktidarı boyunca işlediği suçlardan dolayı da koltuğunu terk etmek istememektedir. Terk ederse başına ne geleceğini kestirememektedir. Hal böyle olunca gayrı meşru yollara başvurmakta, demokratik olmayan mekanizmalara yönelerek, tam bir dikta rejimi inşa etmektedir. Bu biçimde ‘güçlüyüm’ görüntüsü vererek bir yanılsama yaratmaya yeltenmektedir. Fakat Erdoğan’ın niyet ettiği gibi işler yürümemektedir.
Yaşanan kriz bir biçimde dışa yansımakta, kör göze batmaktadır. Son yaşanan ekonomik kriz bunun sadece bir kısmıdır. Ki, Türkiye’de ekonomik krizin çok çok ötesinde bir siyasal kriz söz konusudur. İktidar bu politikalarda ısrarcı olursa, krizin daha da derinleşeceği ve kendisini de götüreceği anlaşılmaktadır. Fakat bunun da kendiliğinden olacağını beklemek, mücadele edilmeden bunun gerçekleşeceğini varsaymak, ham hayalcilik olur. Değişimi yaratacak olan halkın örgütlü mücadelesi olacaktır. Halk, örgütlendikçe özgürlük alanlarını çoğaltacak, iktidarın yaklaşmakta olan sonunu hızlandıracaktır.