Hicri İzgören
Diyarbakır / Ergani’de başlayan bir ömür İstanbul’da noktalandı.
Bir ustayı daha kaybettik. Şair, yazar, fikir insanı Sezai Karakoç bu sonbahar mevsiminde eyvallah deyip aramızdan ayrıldı.
Şiiri gibi kişiliği de nevi şahsına münhasır dedikleri türdendi. Belli çevrelere mesafeli durdu hep. Kendisini hemen hiçbir toplulukla özleştirmedi. Verili olanla, sistemle uyuşmayan, tek at-tek mızrak tavrını sonuna kadar sürdürdü.
Mistik denecek bir damardan beslediği şiirlerini modern olanla birleştirmişti. ‘İkinci Yeni’ şiirinin önde gelen şairleri arasında sayıldı. Adı Turgut Uyar, Cemal Süreya, Edip Cansever, Ülkü Tamerlerle birlikte anıldı hep.
Bir duruş adamıydı. Söylendiği gibi devlet onun önünde düğme iliklese de o devletin önünde düğme iliklemedi. Şimdilerde köşke çıkmaya can atan birçok sanatçıya ders olacak bir tavırla, kendisine verilen Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülü’nü almak için köşke çıkmadı. Para ödüllerini geri çevirdi. Röportajlara ve medyada görünmeye sıcak bakmadı. Takdir edilmeyi ve ödüllendirmeyi belli kurumlardan değil, hep okuyucudan bekledi. Okuyucusu da bu tavrı gördü.
Popülerliği dağarcığından çıkarmıştı ama Mona Rosa adlı şiiri okuyucu nezdinde popülerleşti:
“Mona Rosa. Siyah güller, ak güller./Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak./Kanadı kırık kuş merhamet ister./Ah senin yüzünden kana batacak./Mona Rosa. Siyah güller, ak güller./Ulur aya karşı kirli çakallar,/Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa./Mona Rosa bugün bende bir hal var./Yağmur iri iri düşer toprağa,/Ulur aya karşı kirli çakallar…”
***
Sezai Karakoç, 1933 Ergani / Diyarbakır doğumlu. çocukluğu Ergani, Maden ve Piran’da geçti. Varlıklı bir aileden gelmiyordu bu yüzden olacak parasız yatılı okullarda okudu. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne de sınavla girdi. Bu okulun Maliye Bölümü’nü bitirdi. Bir dönem maliye müfettişi olarak çalıştı. Bu sayede yurdun birçok yerini görme imkânı buldu.
Şiir kitapları arasında, “Hızırla Kırk Saat, Taha’nın Kitabı/Gül Muştusu, Körfez/Şahdamar/Sesler, Zamana Adanmış Sözler, Ayinler, Leyla ile Mecnun, Ateş Dansı ve Alın Yazısı Saati’’ bulunan Karakoç, 1950 yılında kaleme aldığı, ancak kitaplaştırılmasına 45 yıl boyunca izin vermediği ve bu süre boyunca fotokopi halinde elden ele dolaşan “Mona Rosa” adlı akrostiş şiiriyle geniş bir hayran kitlesine ulaştı. Diğer şiirleri bu şiirin gölgesinde kaldı. Oysa nice güzel şiirler yazdı:
“Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır/Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır/Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır/Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır/Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır/Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır.”
Ayrıca çok sayıda araştırma, hikaye, oyun ve çeviri kitapları yazdı.
***
Sanırım onu en güzel ve en gerçek haliyle, arkadaşı Cemal Süreya “99-Yüz” adlı portreler kitabında yazmıştı:
“Bulgucu adam. Belki de ülkemizde tek bulgucu… Bir başına. Hiçbir ortaklığa girmez. Düşüncesini de öfkesini de hemen ortaya koyar… İnancı hem silahı hem çocuğudur. Düşüncesini iyice soyut bölgelere götürür. Mantığını yitirir, bir başka mantık bulur… Dışarıya karşı bağnaz değil. Her şeyi tartışabilirsiniz. Kimseyi küçük düşürmez. Ama bazı kişileri büyük düşürdüğü olmuştur. En ilkelle en modern arasında durur. Zaman zaman kaybeder. Ama rövanşı mutlaka alır. Öyle bir Müslüman ki Marx da bilir, Nietzsche de bilir, Rimbaud da bilir. Salvador Dali de sever. Nâzım da okur. Sıkışmış, sıkıştırılmış deha. Alçakgönülle katı yüksek uçuyor. Şemsiyesi yok.”
***
“Uzatma dünya sürgünümü benim” demişti bir şiirinde duası ya da isteği nihayet gerçekleşti. Sezai Karakoç göçtü.
Evet… Şair ölür şiir kalır.
Bize ve hayata kattığın şiirler için teşekkürler… Güle güle usta.