Azad Barış
Ekonomik krizle beraber sendikaların genel grevi tekrar gündemlerine alması, Benjamin’in 21. Yüzyılın başında Almanya’daki genel grev bağlamında greve, devletin şiddet üzerindeki tekeline karşı efsanevi bir meydan okuma olarak yaptığı vurguyu gündeme getirdi. Bugün Türkiye’de genel grevin zarureti o dönemin karakteristik özellikleri ve bugünün özgün koşulları üzerinden anlaşılabilir.
Benjamin, genel grevi devletin şiddet üzerindeki tekeline karşı toplumcu bir meydan okuma olarak görüyor ama grevler genellikle pasif bir eylem biçimi olarak anlaşıldığından kurucu bir itiraz olarak anlaşılmamaktadır. Sınıf mücadelesinin tarihi tam tersi örneklerle doludur ama modern devlet ve sendikal örgütlenmenin geldiği aşama birçok yönüyle bu varsayımı haklı çıkarmaktadır. Dolayısıyla modern devletin sömürü düzenini temelden reddedemediği için genel görevin dönüştürücü bir rol oynayabileceği inancı oldukça sönümlenmiştir. Oysa Benjamin 21. Yüzyılın başında emek mücadelesinin ve onun anti totaliter vasfının Weimar Cumhuriyeti’nin yıkımı ve darbecilerin geri adım atması örneği üzerinden önemini gözler önüne sermişti.
Emek güçleri genel grev ile sanayi başta olmak üzere bütün üretim alanlarının kapılarına kilit vurabilirler. Almanya’da üretimden çekilen sendikalar, işletme gaspına yol açıp yönetim çarkının dişlilerine ket vurdular. Bu anlamda grevler, meta üretimi üzerine kurulu hukuk düzenine caydırıcı bir tehdit oluşturmaktadır. Lakin burjuva ve ulus devletlerin iş hukuku, yalnızca belirli koşullarda izin verdiği için genel grevler sistem karşıtı bir işlev görmektedir.
Modern hukuk sistemi, laik görünümüne rağmen “despotik şiddete güvenerek, mitolojik kader fikrini koruyarak emekçilerin rızasını almaya” yeltenmektedir. Bu bağlamda Benjamin’in amacı salt bu kaderci mitolojik yapıyı anlamak değil, onu aşmanın ve bir adım öteye gitmenin yollarını göstermektir. Genel grevin darbeyi yenme gücü olmasına rağmen, Alman solu, işçi sınıfının sosyalist bir hukuk düzeni kurmadaki özerk gücüne güvenmediğinden o tarihi fırsatı kaçırmıştır.
Benjamin’in dediği gibi o “eski kaderci modelden koparak” şiddetten arındırılmış bir kalkışmayla genel grevleri öncelemek kaçınılmazdır. Yoksulluğun yol açtığı umutsuzluğa ve otoriter rejime karşı ancak ortak bir paydada meydanlara inilebilir. Genel grev etrafında örülecek yeni bir demokratik yurttaş girişimiyle, emek sömürüsüne karşı yeni bir yaşam ve yönetim biçimi kurulabilir. Ne yazık ki Almanya’da olduğu gibi bugün Türkiye solu ve emek cephesi ulus aidiyeti ve devleti kutsadığından bu girişimden uzak.
Modern yasalar genel grevi “emeğin hayrına” onaylamaz çünkü grev doğası gereği sisteme meydan okur. Sadece bir anlığına mağlup olan “devlet”, yasal şiddet üzerindeki tekeli elinde tutarak, mülk sahibi azınlığı yasa yoluyla ebedi efendi yapmaktadır. Buna karşı çıkmak ancak toplumsallaşmış bir yurttaş hareketi ve sendikalaşmış bir emek cephesinin genel grevi ile mümkün olabilir. Nitekim Benjamin de, “genel grevin ilahi şiddetini, mülk sahibi azınlığın yasalarına karşı emek cephesinin en büyük umudu” olarak görüyordu.