Kürdün mezarını yıkarak kimsesiz, hafızasıyla oynayarak unutkan bellemek isteyen devlet, cezaevlerinde ölüme terk ettiği insanları da sahipsiz kılmak istiyor. Bu nöbet, bu politikalara bir barikat
Ahmet Güneş
Her şeyin bir başlangıcı var, her yerin ilk adımı olduğu gibi. En önce söz vardı diye bir şerh düşürülmüş tarihe. Sonra yazılı tarihe bir şerh daha; oku. Tarih sayfaları yeninden okununca hatta yeniden yazılanca şu bulunacaktı: Önce eylem vardı. O günden şimdiye, yeniden yazılana kadar devam ediyor bu gerçek.
Çarelere kılıf, bahanelere soru, cevaplara şüphe bıraka bıraka tanık olup vardık buraya. Coğrafya baktığın yeri de belirler, görme biçimini de. Bilincimize hiza, duyarlılığımıza yön verilir durmadan. Bunları bilerek, dikte edilen her şeyi görerek, yine de bildiklerimizi konuşmakta ve anlatmakta inat ederiz. Manipülasyon var, evet, sansür var, evet, baskı var, evet; tüm bunlara rağmen direnenler de var, şükür ki evet.
Bugünlerde Diyarbakır Barosu’nda cezaevlerinde tutulan hasta yakınları ve infazı yakıldığı için tahliye edilmeyenlerin aileleri Adalet Nöbeti eyleminde. Bilindiği gibi Türkiye cumhuriyeti devletinin yasalarında idam cezası uygulaması yok ama zaten yıllardan beri fiili olarak uygulanan sinsi bir idam rejimi var. Son yıllarda bu düşman hukuku neticesiyle sağlık hakkı gasp edilip ısrarla cezaevlerinde tutulan insanlar bir bir ölüyor. Ortalama yılda elli Kürt siyasi tutsak, cezaevlerinden tabutla çıkıyor. Tek tek olunca cinayet addediliyor ama aslında bu bilinçli bir katliam. Yine aynı şekilde cezasını bitirmesine rağmen tahliyesi engellenen insanlar ve aileleri beklenti ve umut ile tekrardan cezalandırılıyor.
Geçtiğimiz günlerden geçtiğimiz yıllara değin cezaevlerinden ölüsü çıkan birçok devrimcinin ismini ve hikâyesini burada yazma imkanı yok. Fakat bu gazete ve özgür basının haberlerini takip eden herkesin aklına isim ve hikâyeler gelir. Hiçbir şekilde hayatını idame ettiremeyen engelli hasta tutsak Ergin Aktaş’tan suçsuzluğu ispatlanmış ağır hasta tutsak Mehmet Emin Özkan’a, hafızasını yitirme eşiğindeki Aysel Tuğluk’a kadar çokça ciğerimizi yakan ve öfkemizi bileyen haberlere tanık olduk. Tüm bu insanlar için Meclis’te ve sokakta eylemler yapıldı ama devletin yazılı yasaları Kürt düşmanlığından okunamaz halde olduğu için kanun da vicdan da duvar.
İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) verilerine göre 600’ü ağır olmak üzere 1600’e yakın hasta tutsak var. Kimisi için Adli Tıp Kurumu (ATK) “cezaevinde kalamaz” raporu vermesine rağmen bırakılmıyor. Tezat bir işleyiş olduğundan ölüm eşiğine gelmiş insanlara ise aynı kurum “cezaevinde kalabilir” raporu veriyor. Bürokratik dolambaçlarla dernekleri ve aileleri oyalayan, kendi Hipokrat yeminine dahi riayet etmeyen bu kurumun raporlarına ne inanılıyor ne de medet umuluyor. Çünkü iktidar içi çatışmalarla belgelenen haberlerle, bu kurumun tecavüz faillerini aklamada ve kadın cinayetlerini örtbas etmede çokça rol sahibi olduğunu biliyoruz.
Devletin kurucu ideolojisinden hükümeti yöneten partilere dek devam eden Kürt düşmanlığı cezaevlerindeki insanları zamana yayarak katlediyor. Ancak haberlere konu olduğunda haberdar olduğumuz bu insanlar birilerinin eşi, çocuğu, kardeşi, anne ya da babası. Bilinçli bir şekilde tedavileri engellenerek ölüme sürüklenenlerin aileleri bugün Diyarbakır Barosu’nda 20 güne yakındır başlattıkları Adalet Nöbeti için kamuoyundan destek bekliyor.
Kürdün mezarını yıkarak kimsesiz, hafızasıyla oynayarak unutkan bellemek isteyen devlet, cezaevlerinde ölüme terk ettiği insanları da sahipsiz kılmak istiyor. Bu nöbet, bu politikalara bir barikat. Söz, yazı veya eylem, bu başlatılan nöbet için yıkılmaz sanılan duvarlara bir çığlık, öfkeli bir yumruk olur. Biliyoruz ki ses ve eylem beraber yürür, tarih de bunları yazar.
* Haftanın kitap önerisi: Murathan Mungan, Şairin Romanı / Metis Yayınları