Benzer operasyonlar ülkenin geneline yayılmış, yılın sonu gelmeden Almanya üniversitelerindeki hocaların yaklaşık üçte biri, öğrencilerin de önemli bir kısmı okullarından atılmıştı bile. Bunların ezici bir kısmı Yahudi falan oldukları için değil, sırf siyasi görüşlerinden dolayı işini ve okulunu kaybetmişti
Sonradan Goethe ismini alan Frankfurt Üniversitesi, Almanya’nın en özerk, bilimselliği ve ifade özgürlüğünü en fazla benimsemiş yüksek öğrenim kurumuydu. Hitler’in ilk ırkçı yasalarından biri olan, 1933’te iktidara geldikten sadece iki ay sonra çıkartılan (bir gece yarısı kararnamesiyle çıkmış olma ihtimali yüksek, diktatörler gece çalışmayı sever!) Profesyonel Kamu Hizmetinin Yeniden Düzenlenmesine İlişkin Yasa’nın da uygulandığı ilk yerlerden biri oldu. Nazilerin nazarında Frankfurt Üniversitesi’ne hakim olmak, akademiye hakim olmak demekti. Vakit kaybetmeden kurumun başına bir Nazi Komiseri atanacak, kayyum pardon komiser, koltuğuna oturur oturmaz hocaları ve çalışanları toplantıya çağırarak direktiflerini sıralayacaktı.
O dönem üniversitede ders vermekte olan, fakat Hitler Almanya’sında bir yeri olmayacağını sezdiği için ülkeyi terk etmeye hazırlanan Avusturyalı iktisatçı Peter F. Drucker’ın aktardığına göre, sözkonusu toplantıda komiser, gayet açıksözlü bir şekilde Yahudilerin üniversite binalarına girişinin yasaklandığını, kurumda çalışanların da tazminatsız olarak işten atılacağını söyler. Sonra da parmağını bölüm başkanlarına doğru sallayarak şu tehdidi savurur: “Dediklerimi uygulamazsınız, sonunuz toplama kampı olacak.”
Benzer operasyonlar ülkenin geneline yayılmış, yılın sonu gelmeden Almanya üniversitelerindeki hocaların yaklaşık üçte biri, öğrencilerin de önemli bir kısmı okullarından atılmıştı bile. Bunların ezici bir kısmı Yahudi falan oldukları için değil, sırf siyasi görüşlerinden dolayı işini ve okulunu kaybetmişti. Birçok saygın akademisyen ve bilim insanı ise böyle bir ‘suça ortak olamayacağına’ ve bu ortamda devam edemeyeceğine karar verip kendileri ayrılmış, ülkeyi terketmişti. Bunlardan biri, Berlin’deki Prusya Bilimler Akademisi’nden istifa edip vatandaşlıktan çıkmak talebinde bulunan ve Belçika’ya geçen Albert Einstein’dı. Sözkonusu eylemi nedeniyle Nazi güdümlü medyada Einstein aleyhine linç kampanyası başlatılmış, bilimsel çalışmaları meydanlarda yakılmış, banka hesabına el konularak Berlin yakınlarındaki yazlık villasına baskın düzenlenmişti. İktidar borazanı ‘yandaş’ bir gazete resmini basıp üzerine kocaman harflerle şunu yazacak kadar ileri gitmişti: “BIS JETZT UNGEHAENGT”, yani “Henüz Asılmadı”.
Nazi Almanyası’nda durum böyleyken, faşist İtalya’da da akademi itaatkârlıkta tarih yazmaktan geri kalmıyordu. Mussolini’nin akademideki en has şakşakçılarından, hayatının son döneminde rektörlük de yapmış olan hukuk profesörü Alfredo Rocco, “siyasî ve içtimaî ilimler” içinde pişmiş aydınların faşizmin meziyetlerini anlamakta zorlandığından yakınıyordu mesela. Ona göre bu durum, “[faşist] rejimin münevver, olgun kafalar arasında değil, ancak gençler, kadınlar, okumamış, yazmamışlar ve bir de muayyen içtimaî, siyasî terbiye ile zihnini yormamış iş adamları arasında pek ziyade muvaffak olmasını izah eder.”*
Kadınları cahil addeden mizojenist tonu bir yana, bu veciz ifade, “siyasi terbiye ile zihnini yormamış” sözde akademisyenlerin faşizmi özümseme yetisini de izah ediyordu. Il Duce’nin üniversite mensuplarına zorla okutturduğu meşhur yemini de hatırlayalım: “Krala, Kraliyet haleflerine ve Faşist rejime sadık kalacağıma, Ulusal Faşist Partinin ilkelerine ve devletin diğer yasalarına saygı duyacağıma, hocaların ve tüm akademisyenlerin faşist rejime sadık, vatansever, çalışkan ve dürüst vatandaşlar yetiştirme hedefiyle görevlerini yerine getirmelerini sağlayacağıma and içerim. Faaliyetleri resmi görevlerim ile uyumlu olmayan organizasyonlara veya partilere asla üye olamayacağıma yemin ederim.”
Bu metni günümüz Türkiyesi’ne uyarlayarak imzalamaya gönüllü 1453 vatanperver akademisyen çıkar mı acaba? Hatırlanırsa bundan iki sene kadar önce, Anayasa Mahkemesi Barış İçin Akademisyenler’in imzaladıkları bildiri nedeniyle işten atılmaları konusunda “ifade özgürlüğünü ihlal” kararı verdikten sonra, 1071 üniversite mensubu (gerçi sonradan bazı imzaların sahibinden habersiz eklendiği ortaya çıkınca sayıyı tutturamamışlardı, ama olacak o kadar beceriksizlik) bir araya gelip kararı kınayan bir bildiri imzalamıştı.
Akademiyi milliyetçiliğin ve totalitarizmin boyunduruğuna sokma konusundaki bu gözyaşartıcı gayretkeşlik, bugün kayyum rektör vekilleri tarafından, hocaların ders içeriğine ve materyallerine müdahale noktasına kadar geldi. Üniversitenin atanmış yöneticisi, kurum içindeki ders ve faaliyetlere hangi konuğun davet edilip edilmeyeceğine karar verebiliyorsa, “dejenere sanatçı” listeleri falan yayımlamaları da yakın demektir.
Yine hatırlayalım: Naziler döneminde böylesine rezil bir tarih yaşamış olan Frankfurt Üniversitesi sonradan 1968 öğrenci hareketinin de merkez üslerinden biri haline gelecekti.
(*) Faşizmin Siyasi Doktrini adlı kitaptan 1940’ların Türkçesiyle aktaran: Adnan Adıvar