Diktatörlük koşullarında ‘imzalar’ muhalifler arasında özgüven yaratmak bakımından bir tür ‘sivil itaatsizlik’ işlevi görür. Hatta burada imzaların nitelikçe gücünün yanında, niceliği büyük önem kazanır
Önce haberi okuyalım: “Avusturyalı Nobel edebiyat ödüllü yazar Elfriede Jelinek ile Slovenyalı filozof Slavoj Zizek’in de kurucuları arasında yer aldığı Kürtlere Uluslararası Adalet İnisiyatifi, 5 Kasım’da dünyaca tanınmış isimlere kampanyaya katılım çağrısı yapmıştı. Amerika, Avrupa, Asya, Avustralya ve Afrika kıtasında bulunan 30 ülkeden 1003 tanınmış şahsiyet, “PKK terör listelerinden çıkarılsın” kampanyasına katılarak çağrı metnini imzaladı.”
Bugüne kadar nice imza kampanyaları görmüş, yaşamış pek çok insan “ne var bunda” diyebilir.
Ben ise “bunda çok şey var” diyeceğim.
Çok şeyin olması ne sayısında, ne de niteliğinde gizli değil. İmzaların gönderildiği adreste gizli.
Eğer bu adres Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı olsaydı, “ne var bunda” diyenlere katılırdım.
Demokrasinin olmadığı bir ülkede “imza” toplamak, en azından bu imzayı verenlerin cesaretini gösterse bile, kimi zaman ürküttüğü kurbağaya değmeyen tersine sonuçlar bile doğurur. Şu sıralar imzacı Em. Amirallerin başına gelenlere bakılırsa ne dediğim anlaşılır.
Diktatörlük koşullarında “imzalar” muhalifler arasında özgüven yaratmak bakımından bir tür “sivil itaatsizlik” işlevi görür. Hatta burada imzaların nitelikçe gücünün yanında, niceliği büyük önem kazanır. Örneğin şu anda “Erdoğan istifa, erken seçim” cümlesinin altına noter tasdikli beş-on milyon imza atılsa, bu imzalar deprem etkisi yaratır. Yaratır da, bugünün koşullarında böyle bir kampanya hayaldir.
Ama bilinmesi gereken şudur: Hiçbir diktatörlük “imza” ile yıkılmaz. İster bir kamuoyu açıklamasını imzalayın, ister imza karşılığı aldığınız oy pusulasını rejime karşı sandığa atın.
Demokrasi için başka araçlar, yöntemler gereklidir, ki bu da şimdiki yazının konusu değil.
Gelelim bin üç aydının “PKK’yi terör listesinden çıkarın” talebine.
Dünyaca ünlü ve saygın bini aşkın isim, “PKK’nin terör örgütü listesinden” çıkarılmasını elbette Türk devletinden değil, Avrupa Konseyi’nden talep ediyor.
Önemli olan ise bu imzaların toplandığı zamanlamadır. Bilindiği gibi, Avrupa Konseyi şu sıralar Kavala ve Demirtaş hakkında AİHM’in verdiği tahliye kararlarını uygulamayan Türk devletini Avrupa Konseyi’nden çıkarmaya ya da üyeliğini askıya almaya hazırlanıyor.
Tam bu esnada bin üç aydın şu gerçeği AK’nin masasına koyuyor: Önünüzdeki Kavala ve Demirtaş dosyası, Avrupa Konseyi’nin “PKK’yi terör örgütleri listesine” koymasının doğrudan doğruya bir sonucudur. Öyle ki, siz daha bu dosyalarla ilgili sorunu çözemeden, karşınıza muhtemelen kapatılan HDP’nin dosyası ve onunla birlikte en az üç yüz HDP yöneticisinin dosyası yığılacaktır.
Türkiye’de AKP-MHP diktatörlüğünün en büyük uluslararası hukuki dayanağı “PKK’nin terör örgütleri listesinde” bulunmasıdır.
Nitekim şu anda PKK’nin yanısıra “FETÖ” adı altında Gülen Cemaati’ni rejimin “terör örgütü” olarak nitelemesi dünya ölçeğinde kabul görmemiştir. Bu durumda PKK’nin de “terör örgütleri listesinden” çıkarılması, şu anda Türkiye’deki tüm baskı, şiddet, gözaltı, tutuklama ve fiilen ölüme mahkum etme yönündeki tüm uygulamaların uluslararası temelini ortadan kaldırır. Böyle olunca ülkedeki tüm muhalefet de “terör örgütleriyle iltisak, irtibat” şantajından kurtulur. Kavala ve Demirtaş bu şantaj sayesinde rehin alınmıştır.
Evet, Türkiye’de en küçük bir “reform” bile rejim tasfiye edilmeden ya gerçekleşemez ya da rejimin daha beter uygulamalarını perdelemek amacına hizmet eder.
Ama Avrupa’da küçük ya da büyük reformlar için elbette nice engelin yanında önemli imkanlar da vardır.
Avrupa Konseyi’nin sağır duvarlarını topa tutmak gerekmez, bin üç aydının imzası, bu sağır duvarlarda “zırh delici” etkisi uyandırır.
Şu anda Kavala ve Demirtaş dosyasını inceleyen Konsey üyesi devlet temsilcileri bilelim ki, bin üç imza üzerinde de düşünmek durumundadır.
Elbette kısa erimde olumlu bir sonuç beklenemez. Ama şöyle düşünün:
Rejim son bulmuş olsun. Sorumlular yargı önüne çıkarılıyor olsun. AKP ve MHP, bir Başsavcı tarafından “silahlı, İslamcı ve ırkçı terör örgütü” olarak suçlanıyor olsun. Derken bu suçlama bir yargı kararına dönüşüp Avrupa Konseyi her iki partiyi terör örgütü listesine eklemiş olsun.
Ve… Diyelim ki Ahmet Hakan “AKP ve MHP’yi terör örgütleri listesinden çıkarın” diye imza toplamaya kalksın.
Ne olur?
A. Hakan o gün “MHP’yi biliyordum da meğer AKP de terör örgütüymüş” diyeceği için bu iş olmaz.
Bin üç imza sanılandan çok önemlidir. Suskunlukta delik açılmıştır. Büyüyecektir.