Türkiye’de mevcut iktidar her yönüyle ‘Battı balık yan gider’ deyiminde olduğu gibi ölmüş bir balığı andırıyor. Suyun akıntısına, rüzgarın esintisine göre hareket eden AKP’nin tek muradı iktidarını sürdürebilmek. Bu süreçten zarar görenler ise yoksul halklar ve doğal yaşam! Nereye akacağı belli olmayan akıntının ardında sıraya geçmiş olan sermaye ise bu süreçten oldukça mutlu. Bu mutlu azınlık içinde öne çıkan kesim ise madenciler. Madencilik mevcut iktidarın neredeyse tek dayanak noktası. Her istediklerini iktidara yaptırabilme gücüne erişmiş olan bu mutlu azınlık iktidarın gözdesi durumunda.
Maden Sanayii İşverenleri Sendikası (MASİS) Yönetim Kurulu Başkanı Naci İlci, sektörün üretim, ihracat ve istihdamda daha büyük potansiyele sahip olduğunu ama izin prosedürleri başta olmak üzere orman mevzuatı ve toplumdaki madenci algısı gibi konuların maden işletmecilerini yorduğunu belirterek, “Çevre de bizimdir maden de bizimdir. Madensiz bir yaşam ise olanaksızdır” sözlerinin ardından, madencilik sektöründe yanlış uygulamaların karşısında olduklarını belirtirken, 5 milyar dolar ihracat yaptığı söylediği sektörün işçilere reva gördüğü ücretten söz etmemesi elbette fıtratları gereği.
MASİS’in ‘yeni nesil sendikacılık’ anlayışıyla Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) çatısı altında çalışmalarını sürdürdüğünü ifade eden İlci’nin, şirin görünme uğruna söylediği sözlerin ne işçilerde ne de doğal yaşamda hiçbir karşılığı olmadığı bir gerçek. İnanılmaz bir doğa yağmasının sürüyor olmasına karşın, “Çevre de bizimdir maden de bizimdir” sözleri, doğanın patronu olduklarını sanan duygunun bir dışavurumu.
Sermaye hizmetinde kusur etmeyen mevcut iktidardan aldıkları güçle işçiler başta olmak üzere ormanların, suların, hayvanların, dağın-taşın her şeyin sahibi olduklarına kendilerini inandırdıkları görülen maden patronlarına işçiler ve köylüler her yerde gereken cevabı veriyor ve vermeye devam edecek.
Bu yılın ilk baharında video konferansla gerçekleştirilen bir toplantıda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Dönmez, madencilikte idari sürecin sadeleştirilerek ruhsat alım sürelerinin kısaltılmasına yönelik çalışmalar yaptıklarını belirtmişti. Maden şirketlerinin ruhsat kolaylaştırıcılığının dışında, ormanların katledilmesi için istenen ücretin düşürülmesi, zeytincilik kanununun madenciliğin önünde engel teşkil etmesi, doğal koruma alanlarının madenciliğe açılması gibi bir dizi talepler yer alıyor.
Orman katliamını, ‘yaban hayvanlarının’ avlanma ‘ihalesine’ benzetebiliriz, ancak bir farkla! Turizm adı altında üç beş kuruşa katli vacip kılınan canlılarla orman katliamı arasındaki tek fark ödenen ücretin değişkenliği. Madenciler, hayvan katili turistlerden farklı olduklarını iddia ederler. Çünkü onlar iktidarın algı yönetimiyle ‘milli ve yerli’ oldukları imajı yaratmıştır ve bu nedenle orman için para ödemek istemezler. Zeytinlik alanlarının madenciliğe açılması talepleri de başlıca talepleri içinde yer alırken doğal sit yani koruma bölgelerinin de madencilere tahsisini talep ederler.
Tüm bu doymak bilmez emek ve doğa sömürüsünü azgınca sürdüren maden şirketlerine izin verecek miyiz? sorusunu kendimize sormamız gerekiyor. Geçtiğimiz günlerde Sırbistan’ın dört bir yanında on binlerce kişi MASİS üyelerinin perde arkasındaki patronları olan Rio Tinto adlı dünya maden tekeli şirketinin lityum madeni girişimini ve hükümeti protesto etti. Türkiye’de yağma diz boyunu aştı ve bizlerin Sırbistan’dan da öğreneceğimiz çok şey var.