İzzet Akyol tarafından Demokratik Gelişim Enstitüsü için hazırlanan raporda, Kürtlerle savaşın Türkiye’ye devasa ekonomik maliyeti ele alındı
Hüseyin Kalkan
Demokratik Gelişim Enstitüsü için hazırlanan bir raporda, Kürtlerle savaşın Türkiye’ye ekonomik maliyeti ele alındı. Araştırmacı yazar İzzet Akyol tarafından kalem alınan ‘Düşük Yoğunluklu 40 Yıllık Savaşın Türkiye’ye Ekonomik Maliyeti’ başlıklı rapor Türkçe ve İngilizce yayınlandı. Raporda 40 yıllık çatışmalı sürecin ekonomik maliyetinin yaklaşık olarak 4 (3 trilyon 865 milyar 358 milyon) trilyon dolar olduğu belirtildi. Türkiye’nin Kürt sorununa siyaset çerçevesinde çözüm bulmada başarısız olmasının ülkeye muazzam bir ekonomik maliyet oluşturduğunu söyleyen Akyol, silahlı çatışma ortamının temelde dört yolla ekonomik büyümeyi yavaşlattığını belirterek, bu dört yolu şöyle sıralamakta: (a) Silahlı çatışmaların doğrudan maliyetleri (b) Yatırımlardaki azalma ve verimlilik kayıpları (c) Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının frenlenmesi (d) Turizm gelirlerindeki azalma.
Büyüme hızına etkisi
Konu ile ilgili verilerin sınırlı ve erişiminin zor olduğunu raporda vurgulayan İzzet Akyol, çatışmanın dolaylı maliyetlerinin de hesaba katıldığında Türkiye’de milli gelirin yüzde 1’ini aştığını belirtmektedir. Akyol’a göre bunun anlamı Türkiye’nin her yıl yüzde 1 daha az büyümesidir. Akyol, bu tezini şöyle açıklıyor: “Türkiye neredeyse 40 yıldır silahlı çatışma ortamındadır. Hebâ olan kaynaklar Türkiye’ye trilyon dolar ölçeklerinde maliyetler oluşturmuştur. Nitekim, geri kalan her şey aynı kalmak üzere, ekonomiden eksilen bu rakamları her yıl havuzda bıraktığımızda karşımıza çıkan tablo şudur: 1985 ila 2020 arasında Türkiye’nin milli oluşturduğu toplam ekonomik büyüklük, cari fiyatlarla, 16 trilyon dolar seviyelerindedir. Her yıl çatışmalar sebebiyle buharlaşan (ve toplam milli gelirin yüzde 1 kadarına tekabül eden) kaynağın ekonomi havuzunda kalması varsayımına göre hesap yapıldığında, Türkiye’nin aynı dönemde neredeyse 20 trilyon dolar tutarında milli gelir üretebileceği anlaşılmaktadır. Aradaki fark, 3 trilyon 865 milyar 358 milyon küsur dolar olup gerçekleşen milli gelire göre yüzde 23.98 bir farka işaret etmektedir. Süre çok uzun olduğu için, başlangıçta ekonomi havuzunda kalan yüzde 1’lerin ekonomiyi büyütücü etkisi çok cüz’i kalmakta, ancak yıllar içinde etki büyümekte ve mesela 2020 senesinde makas yüzde 34.95’e kadar ulaşmaktadır.”
Ekonomi sadece ekonomi değil
Ekonomik faaliyetlerin sadece ekonomiyle sınırlı faktörlerle anlaşılamayacağını söyleyen Akyol, ekonomik büyümenin bütün toplumsal kurum, değer ve kurallarla ilişkili olabileceğini belirtiyor. Akyol bu kapsamda şunları işaret ediyor: “113 ülkede 1950-1982 arasındaki dönemde kişi başına milli gelirde yaşanan değişim ile bu ülkelerdeki siyasi istikrarsızlık arasında güçlü bir korelasyon olduğu tespit edilmiştir. Hükümetlerin zayıfladığı dönemlerde ekonomik büyüme de belirgin şekilde yavaşlamaktadır. Türkiye’nin çok-partili dönemdeki siyasi tarihine bu açılardan bakınca, ülkedeki çatışmacı siyaset anlayışının genel politik istikrar üzerinde -en azından belli dönemlerde- bir baskı oluşturduğunu iddia etmek mümkündür. Bu durum önemli ölçüde toplum içinde derin kökleri olan esaslı ayrışma ve bölünmelerden kaynaklanmakla birlikte, siyasetin üzerinde yürütüldüğü legal politik çerçevenin ve kurumsal mekanizmaların çatışmaları -yumuşatmak ve azaltmak şöyle dursun- besleyecek ve köpürtecek bir mahiyet arz ettiği söylenebilir.”
Daha yüksek milli gelir
Bu miktarın ekonomide kalması durumunda Türkiye’nin daha büyük bir ekonomi olacağını Akyol, şunları belirtmektedir: “Çok uzun yıllara sârî bir hesaplama yapıldığında, ‘reel kur düzeltmesi’ yapılsa dahi, enflasyon yıpranması sebebiyle cari rakamlar gerçek tabloyu yeterince sağlıklı yansıtamazlar. Bu açıdan, dolar enflasyonu düzeltmesi de yapmak gerekir. 1985’ten bu yana bütün yılların milli gelir rakamlarını meselâ 2020 yılı değerlerine dönüştürerek en sağlıklı rakamlara erişmek mümkün olabilir. Bu düzeltmeler yapılınca, (çatışmaların olmadığı) ‘sentetik Türkiye’ ile ‘çatışan Türkiye’ arasındaki ekonomik büyüklük farkı 2020 değerleriyle neredeyse 4 trilyon 200 milyar dolar rakamına bâliğ olmaktadır. Konuya kişi başına düşen milli gelir açısından yaklaşırsak; geri kalan her şey aynı olmak kaydıyla, çatışmaların olmadığı bir Türkiye’de kişi başına milli gelirin mevcut rakamdan neredeyse yüzde 35 oranında daha yüksek olacağı varsayılabilir.”
Sonuç
Raporun son bölümünü yukarıda özetlediğimiz verilerin ışığında değerlendirmelerde bulunan İzzet Akyol Kürt sorununun siyasi bir sorun olduğunu belirterek devlet politikasını ele almaktadır. Akyol, bu siyasetin Türkiye’yi getirdiği yeri ise şöyle özetlemektedir: “Sonuç olarak, Türkiye Kürt meselesiyle ilgili mücadelesinde -temelde ideolojik tercih ve kabullere dayalı resmi tutumun bir sonucu olarak- siyaset alternatifini çok kısıtlı şekilde ve kapsamda devreye almış, güvenlikçi politikalarla çözebileceğini zannettiği konu Türkiye’ye beşeri ve maddi olarak çok büyük maliyetler oluşturmuştur. Kürt Barışı, Türkiye’nin hem demokratikleşmesinin hem de rasyonelleşmesinin anahtarıdır. Türkiye’yi çevreleyen çok değişik riskler dikkate alındığında, Kürt Barışı üzerinden gerçekleşecek rasyonelleşmenin hayati önem taşıdığı görülecektir.”
Barış süreci ve ekonomi
Türkiye’nin kişi başına milli gelirinin en yüksek olduğu yılın 2013 olması bir tesadüf olmasa gerek. Norveç’in başkenti Oslo’da 2009 yılında başlayan görüşme süreci, 2013 yılında Türkiye’ye taşınmış ve PKK Lideri Abdullah Öcalan ile İmralı’da heyetler halinde görüşmeler başlamıştı. Bu gelişmeler, Türkiye’de barış rüzgarları estirmişti. Akyol’un yaptığı hesaplama barış ortamının ekonomi üzerindeki olumlu etkisini net olarak göstermektedir. Ya da tersi çatışmalı ortamın ekonomiye verdiği zararın açık göstergesidir. Akyol’un hesaplaması şöyle: “2013’te 957 milyar 780 milyon dolara erişen toplam ekonomik büyüklük, 2020 itibariyle 720 milyar dolar seviyelerine düşmüş durumdadır. Türkiye’nin milli gelirinin USD bazlı olarak hesaplandığında 8 yıl içinde yüzde 25 oranında gerilediği görülmektedir.”
Yine 2013 yılında en yüksek seviyeye çıkan milli gelir, çatışmalı sürecin başlaması ile birlikte düşüşe geçmiştir. R. Tayyip Erdoğan ve ortağı ‘Bir merminin kaç kuruş?’ olduğunu sormaya başlamışlardı. Bu siyaset, kişi başına milli gelirin yıllar içinde düşerek 8.000 doların altına inmesine neden olmuştur. Bu gerçek, raporda şöyle yer almaktadır: “Keza, Türkiye’nin 2013’te kişi başına 12.615 dolar milli gelir rakamıyla orta-üst gelir grubundan yüksek gelirli ülkeler kategorisine geçmesine ramak kalmışken, bu rakam bugün 8.000 dolarların altına düşmüş durumdadır. 2013 ila 2021 arasındaki nüfus artışı da hesaba katıldığında kişi başına milli gelirdeki düşüşün dolar bazında yüzde 35’lere vardığı görülmektedir. Dolar bazında hesaplandığında gerek toplam gerekse kişi başına milli gelir 2013’ten bugüne düzenli olarak ve belirgin biçimde her yıl düşmektedir.”
Erdoğan 300 milyar dolar demişti
Şimdilerde savaş politikalarını öven AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, geçmiş dönemde çatışmalı sürecin ekonomiye maliyeti konusunda belirlemelerde bulunmuştu. Erdoğan, çözüm sürecinde yaptığı bir açıklamada, “Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik neticeler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de cansuyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız” demişti. Dönemin AKP’li Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek de çatışmalı süreci işaret ederek “Türkiye’ye verdiği zarar 300 milyar doların üzerindedir” diyecekti. Dönemin Meclis Başkanı Köksal Toptan da silahlı çatışmaların Türkiye’ye maliyetiyle ilgili olarak 250 milyar dolar rakamını telaffuz etmişti. Dönemin Bakanı Faruk Çelik de Eylül 2011’de çatışmalı sürecin “ülkeye maliyeti”ni 400 milyar dolar olarak ifade etmişti.