Bugün 1 Kasım Dünya Kobanê Günü. ‘Düştü, düşüyor’ denilen Kobanê, devrim gülüşlü genç erkek ve kadınlarla dünyanın hafızasına kazındı
Abdurrahman Gök
Tarih 7 Ekim 2014. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Antep’teki mülteci kampında konuşuyor. “İnşallah bu bayram, evinizden ve yurdunuzdan ayrı geçirdiğiniz son bayram olur” temennisinde bulunuyor mültecilere. ‘Naif’ bir temenniymiş gibi görünen bu sözlerini Kürt halkının belleğinde unutulmaz bir yer edinen ve asıl niyetini ortaya saçan sözleri takip ediyor kendinden emin. “Bayram Namazı’nı Kobanê’de kılacağız” diyerek 15 Eylül’de kentin güney, batı ve doğusundan Suriye ile Irak ordularından ele geçirdikleri en ağır silah ve tanklarla saldırı başlatan DAİŞ çetelerinin kenti düşürmek üzere olduğunu müjdelercesine, “Şu anda Kobani de düştü düşüyor” diyor.
Bu konuşmalar yapılırken; Van, Hakkari, Kars, Ağrı, Erzurum, Muş, Bitlis, Siirt, Şırnak, Mardin, Batman, Diyarbakır, Urfa, Adıyaman, Maraş, Bingöl, Elazığ, Dersim, Antep, Adana, İzmir ve İstanbul gibi kentlerden gelen Kürtler ve dostları, Kobanê’nin Türkiye sınırında nöbet tutuyordu. Urfa’nın Suruç sınırında bulunan Boydê, Xinêrk, Tilwerdan, Siwêdê, Edmanik, Mehser, Zehwan, Kazika, Merdsimêl, Musik, Qop, Xerebeşk, Elîzêr, Perepere ve Oxan köylerinde, Cumhurbaşkanı’nın “düştü düşecek” düşü gerçekleşmesin diye gözlerini sınırın ötesine dikmiş, inanç ve inatla bekleyenlerin sınır direnişi vardı.
Sınır hattı
Tek bir saat bile sınırı boş bırakmayan halkın, yağmur-çamur, toz fırtınaları demeden bütün müdahalelere rağmen sınır boyundaki eylem noktalarını terk etmeyişine her gazeteci arkadaşım gibi ben de tanıklık ediyordum. Her gün ve her an Kobanê’de bulunanlar aracılığıyla gelişmeleri takip etmemize rağmen sınırdaki halk gibi bizler de Kobanê’de neler olup bittiğini merak ediyorduk. Ta ki 8 Ekim’de Kobanê’ye geçerek haber takibini savaş cephelerinde takip etmeye karar verdiğim ana kadar.
Gazeteci Ersin Çaksu arkadaşımla Kobanê’ye geçişimiz tam da “Kobani’de sivil kalmadı. 2 bin PYD’li kaldı. Şu anda içeride IŞİD’le savaşıyorlar. Onlar da terörist” denilen günlere denk geldi. Açılan ateş altında, çamur deryasına dönüşmüş fıstık tarlalarında (sınırı geçmek isteyenler rahat hareket edemesin ve askerler tarafından yakalansın diye tarlalar her gün sulanırdı) düşe kalka sınır tellerini geçerek Tilşeir Tepesi’ne yakın bir noktada, Kobanê’yi terk etmeyen sivil halkın arasında bulduk kendimizi.
Kente girdiğimizde neredeyse Mürşitpınar Sınır Kapısı’nı ele geçirecek kadar motive olmuş ve kapının 500 metre yakınlarına kadar sokularak bombalı araçları patlatan DAİŞ ile göğüs göğüse çatışmalar yoğun bir şekilde devam ediyordu. Tanıklığımızı yapacağımız haberlerle halka, dünyaya duyurmak için, neyle karşılaşacağımızı bilemeden dolaştığımız sokaklarda, karşılaştığımız kararlılık ve kendine güven, Kobanê’nin düşemeyeceğinin ipuçlarını veriyordu.
Dünya minnettar
13 Ekim ile birlikte DAİŞ darbe üstüne darbe alarak ev ev, sokak sokak gerilemeye başladı. Tam 134 gün sonra tarih 26 Ocak 2015’i gösterdiğinde Kaniya Kurdan Tepesi ve Miştenur’da dikilen DAİŞ bayraklarının yerinde artık YPG/YPJ ve kesk û sor û zer (yeşil, kırmızı, sarı) bayrakları dalgalanmaya başlamıştı.
Ve daha önce büyük korkularla geçtiğim, yer yer çömelerek, bir sokaktan bir sokağa geçerken zikzaklar çizerek nefes nefese koştuğum, tek bir ışığın dahi yanmadığı, mermilerin geceyi aydınlattığı kentin sokakları artık çocuklara emanetti. Ve o çocuklar devrimle büyüdü büyüyor, devrimi büyütüyor.
Kobanê’ye giden herkes her sokak başında Kobanê’nin asıl sahipleriyle karşılaşıyor. En son 4 sene önce ben de gittiğimde kent savaşında hiç göremediğim ancak adını sık sık duyduğum 48’inci Cadde’de elektrik direklerine asılı fotoğraflarda güler yüzleriyle, her biri ömrünün baharında gökyüzüne asılı birer ışık gibi parlayan devrim gülüşlü genç erkek ve kadınlarla karşılaşmıştım. Cûdî, Agirî, Gelhat, Bahoz, Metin, Alî, Numan, Faraşin, Şin, Karker ve daha niceleri…
Bu gençler bütün dünyaya öyle bir miras bıraktılar ki bugün 1 Kasım Dünya Kobanê Günü’nde dünya onlara minnettar olduğunu haykırıyor. Hepimiz; o zor günlerde “Hiçbir şekilde toprağımızı, onurumuzu ve çocuklarımızı terk etmeyeceğiz” diyen çoluk çocuk, yaşlı, engelli sivil halk, seferberlik çağrısıyla askerden kaçan, açık cezaevinden firar eden, arkasında birkaç günlük bebeğini, ömrü boyunca gurbet ellerinde ter dökerek kurduğu işini gücünü, amigoluğunu yapacak kadar sevdiği futbol takımını, “Gidersen beni ve çocukları unut” diyen 25 yıllık eşi ve çocuklarını bırakanları hatırlıyoruz.
Apê Nemir’in cesareti
“Duydum ki erkek ve kız kardeşlerimin başı dertte” diyerek Kobanê’ye birkaç gün de olsa nefes olabilmeyi uman, ailesinin tek erkek çocuğu olduğu için anne babasının göz bebeğinden sakındığı, bıyıkları yeni terlemiş, zayıf ama fotoğraf çekmeye yeltenince başı dik poz veren genci, kulakları duymayacak kadar yaşlı olduğu halde “Benim de muhakkak yapabileceğim bir şeyler vardır” diyen amcayı, eline bir avuç toprak alarak “Öleceksek de bu toprağın üstünde öleceğiz” diyen zayıf çelimsiz 40 yaşlarındaki 6 çocuk babası savaşçıyı, küçük çocuklarını arkasında bırakarak soluğu direnişte alan genç anneyi, Kobanê’yi terk etmeyerek bir yandan savaşçılara yemek pişiren, bir yandan da yaralılarla ilgilenen 2 kız kardeşi, hem çatışmalara katılan hem de nerede bir iş varsa koşturan Kobanêli amcaları, “Halkımız için, toprağımız için savaşıyoruz. Biz gülmeyeceğiz de kim gülecek” diyen henüz 20’sindeki genç kadın direnişçiyi,“Yanımda çok genç şehit düştü, kelimeler boğazıma düğümleniyor, konuşamıyorum” diyen Apê Nemir’in kelimelerle anlatılamayacak dirayetini ve cesaretini unutabilir mi insanlık.
Devrimin mayası
Kobanê için Adıyaman’da yapılan yürüyüşe 10 binlerin katıldığı bilgisini aldığında gözyaşlarına hakim olamayan, o yerinde durmayan Şîn’i, sınırda nöbet tutarken oğlunun Kobanê’ye geçtiği bilgisini aldığı gibi soluğu Kobanê’de alan ve savaşçıları görünce kendisi de direnişe omuz veren saçları ağarmış babayı, annesi sınırın ötesinde nöbette, kendisi de bir elinin 4 parmağı olmadığı halde direnişe katılan genci düşünemeden devrimin kahramanlarını es geçebilir mi o insanüstü çabaya tanıklık edenleri. Mümkün değil.
Neredeyse her binanın önünde yaşamını yitiren direnişçilerin adını taşıyan tabelaların yanı başında oynayan çocuklar, gördükleri her yabancıyı zafer işaretleriyle karşılıyorsa devrim tohumları capcanlı ve boy veriyor demektir.
48’inci Cadde’nin hemen girişinde iki tarafında imha edilmiş tanklar bulunan Özgür Kadın Heykeli’nin önünden her gün okullarına giden gençler, kendi dillerinde aldıkları eğitimin sonucunda onur ve gururla ellerinde taşıdıkları diplomalarla Kobanê Şehitliği’nin yolunu tutuyorsa, devrimin mayası tutmuş demektir.
Ebdusamed Bozan’ı, Eziz Miho’yu, Rizgar Hesen’i, Basil Dawid’i, Vahap Güven’i, Beyan Hemed’i, Nefel’i, Seyitxan’ı… her sokağında kan ve ter dökülen Kobanê’nin gerçek sahiplerini hangi güç unutturabilir ki, Ebu Leyla’nın deyimiyle tüm dünyanın Şam’ı tarif ederken “Kobanê’nin güneyine düşüyor” gerçeğine ulaşmışken.
Bir anı…
Ekim ayının ortalarıydı. DAİŞ, Kobanê kent merkezinde Suqel Hal, Reşit Camisi ve Büyük Cami civarında darbe üstüne darbe alıyordu. Doğu cephesinin komutanlarından Cudi Amed ile irtibata geçerek, hala yıkılan binalardan dumanların yükseldiği, silah seslerinin hiç dinmediği ön mevzilerde YPG ve YPJ savaşçılarıyla röportaj yapmak istediğimizi belirtiyoruz. Kendisi de savaşçıları uyardıktan sonra, gidebileceğimizi söylüyor. Arkadaşım Ersin Çaksu ve Hawar Haber Ajansı’ndan gazeteci arkadaşım Dünya ile önce Büyük Cami’nin arkasına düşen ön mevziye gidiyoruz. Geceyi çatışarak geçirmiş, kim bilir kaç gecedir uyumamış 2 savaşçının yıkıntılar arasında kurşun sesleri arasında biraz dinlenmeye çalıştığını, diğer arkadaşlarının da hala çatıştığını görüyoruz.
Bu mevzideki gelişmeleri öğrendikten sonra Sanayi bölgesine giden caddenin soluna düşen mevzilere ilerliyoruz. Keskin nişancıların atışları altında zikzaklar çizerek yıkıntılar arasından, bir ara sokağa giriyoruz. Sonra Gelhat ile karşılaştığımız binanın giriş katında açılmış bir delikten, başka bir binaya, oradan da başka bir binaya ulaşıyoruz. Yer yer havan ve bisifing darbeleriyle delinmiş 3-4 katlı bir binanın merdivenlerinden çatıya çıkıyoruz. Her taraftan kurşun sesleri geliyor. Eğilerek geçiyoruz. Dama çıktığımızda merdivenlerin hemen girişinde sırtı bize dönük BKC kullanan genç bir savaşçı çatışıyor. Hemen diğer köşede yaşlı bir direnişçi dikkatimizi çekiyor ve anonsu yaptıktan sonra yanına geçiyoruz. İşte o gün bizler gibi tüm dünya Kobanê’de genç-yaşlı herkesin omuz omuza insanlık onurunu korumaya çalıştığına tanıklık etti. Gülüşüyle hafızalara kazınan Nefel, sözünü tutarak Kobanê’de özgürlük halayına durdu. Daha sonra Bexdik köyünde sonsuzluğa uçtu. Yoldaşı Apê Nemir ise kalaşnikofunu tutan sol kolundan ve çok sevdiği yoldaşından oldu. Apê Nemir’in dediği gibi “Çok bedel ödendi ama sonuç iyiydi.”