Ukrayna’nın Çernobil kentindeki nükleer santral patlamasının yarattığı kirlilik halen sürüyor. Nükleer santrallere neden karşı olunmasını net ortaya koyan Çernobil felaketi 35 yılı geride bıraksa da hâlâ güncel
Yusuf Gürsucu / İstanbul
Ukrayna Çernobil’de yaşanan nükleer facianın üzerinden tam 35 yıl geçti. O gün yaşanan facia ile ilgili yapılan resmi açıklamalarda, 26 Nisan 1986 yılında santralde yaşanan patlama sonrası, nükleer enerjinin geleceğini etkilememesi için ölü sayısı yangını söndürmeye çalışan itfaiyecilerle sınırlandırılıp, 30 civarında olarak duyurulmuştu. Diğer yandan Uluslararası Nükleer Savaşa Karşı Doktorlar Birliği (IPPNW) on binlerce itfaiyecinin ölmüş olabileceğini açıklamıştı. IPPNW, 2006’da hazırladığı raporda, 10 bin kişinin tiroit kanseri olduğunu ve 50 bin vakanın daha görüleceğini belirtiyordu. Çernobil, Avrupa’da 10 bin sakat doğuma ve 5 bin ölü doğuma neden olurken, bazı Sovyet kaynakları da 25 bin itfaiyecinin öldüğünü belirtti. Radyasyona maruz kalmanın sadece ölümle sonuçlanmadığı, bağışıklık sistemini zayıflattığı, sakat veya hasta bıraktığı ise bilinmektedir.
Radyasyon Karadeniz’i sardı
Çernobil’den en çok etkilenen ülkeler Belarus, Ukrayna ve Rusya’ydı. Kaza sonrası Belarus’un tarım alanlarının yüzde 22’si, orman alanlarının ise yüzde 21’i kullanamaz hale geldi. Rusya’da 17 milyon km2’lik bir alan (Rusya Federasyonu’nun yüzde 1.5’i) radyoaktif kirliliğe maruz kaldı. Çernobil’den gelen Sezyum-137 yüklü radyoaktif bulutlar Türkiye’yi de etkiledi. Radyoaktif bulutlar 2 Mayıs sabahı önce Trakya’dan giriş yaparken, 3 Mayıs sabahı ise yoğunluğu daha yüksek radyoaktif bir dalga Sinop üzerinden Doğu Karadeniz’e doğru ilerledi. 5 Mayıs günü ise yeni ama daha yoğun sezyum-137 içeren radyoaktif bulutlar tüm kuzey kıyısını etkisi altına aldı, İç Anadolu ve Ege Bölgesi’ne doğru ilerleyerek tüm Türkiye’yi etkisi altına aldı. Yağış olan yerlerde etkisinin arttığı, bu yüzden de Karadeniz’i daha derinden etkilediği, özellikle çaylarda radyasyon ölçümleri yapıldığında bu durum ortaya çıktı.
Ölümlerin yarısı kanserden
Bu süreçte dönemin Başbakanı Turgut Özal, “Radyoaktif çay daha lezzetlidir” derken dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral, “Biraz radyasyon iyidir” sözleri ile kameralar karşısına geçip çayını höpürdeterek içmişti. Çernobil’in Türkiye’yi etkilediği bilinmesine rağmen ne bir araştırma ve ne de tarama yapıldı. 2006 yılında yayımlanan, “Çernobil Nükleer Kazası Sonrası Türkiye’de Kanser” başlıklı Türk Tabipleri Birliği raporu bu bağlamda yayınlanan tek rapordu. Hopa Belediyesi’yle yapılan ortak çalışmanın sonucunda, Hopa’da 2006 yılı öncesi üç yılda meydana gelen ölümlerin yüzde 47’sinin kanser kaynaklı olduğu ortaya çıkarılmıştı.
Çernobil’in etkisi
Çernobil nükleer santralinde yaşanan patlamada, Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombalarının yaklaşık 200 katı kadar radyoaktif madde atmosfere yayıldı. Kuzey yarımküredeki hemen her ülkede radyoaktif kirlilik görüldü. Avrupa’nın neredeyse tamamı, Türkiye, Kıbrıs, Suriye ve hatta Çin, Japonya, ABD ve Kanada bile Çernobil kazası sonrasında radyoaktif serpintiye maruz kaldı. Yayılan radyasyon sonucunda 100 binlerce insan öldü, kansere yakalandı veya sakat kaldı. Hâlâ devam eden sakat doğumlarda zeka geriliği, fiziksel sakatlıklar ve kanser vb. çeşitli sağlık sorunlarıyla birlikte Çernobil’in etkisi devam etmektedir.
Atıklar milyonlarca yıl kalıcı
Çernobil ve Fukuşima’da yaşanan nükleer santral felaketleri nükleer santrallere neden karşı olmamız gerektiğini net ortaya koyarken, nükleer santral atıkları ise en az patlamaların yarattığı zararlar kadar büyük. Nükleer atıkların imhasına yönelik bugüne kadar hiçbir çözüm üretilebilmiş değil. Nükleer atıkların tehlike seviyeleri düşük, orta ve yüksek dereceli olmak üzere üç seviyede ele alınıyor. En tehlikeli olan da nükleer santralden enerji elde edilmesi için kullanılan yakıt çubuklarının enerji üretimlerinde kullanılan özelliğini yitirmesinden sonra ortaya çıkan atıklardır. Bu atıkların etkisini kaybetme ömürleri 250 bin yıla kadar çıkmaktadır. Bulundukları yerde radyasyon ve ısı enerjisi yayarken, etrafındaki canlıların DNA’sının bozulmasına neden olur. Bu da çeşitli sağlık problemlerine ve kanser gibi vakalara yol açar. Kullanılmış yakıt çubukları soğutma havzalarında en az 5 ya da 10 yıl havuzlar içinde bekletilmek zorundadır. Havuzda durdukları sürece etrafına radyasyon yaymaya devam ederken, atıklar havaya, suya ve toprağa karışarak patlamadan daha büyük problemlere neden olur.
Türkiye nükleer atık alanı!
1986 yılında bir Alman şirketi Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’na (TAEK) talepte bulunarak ellerindeki 4 bin ton düşük ve orta düzeyde radyoaktif atıkların Türkiye’ye kabul edilmesi ve Türkiye’de gömülmesi karşılığı kilo başına 10 mark ödeyebileceklerini belirttiği başvuru dönemin Başkanı olan Ahmet Yüksel Özemre tarafından açıklanmıştı. Yapılan teklife, o dönem TAEK Başkanı olan Özemre ret cevabı vermiş, ancak Alman firmanın, ‘bu nükleer çöplerin’ gene de Türkiye’ye gömüleceğini ifade ettiği Özemre tarafından belirtilmişti. Özemre açıklamalarında, “1987 yılında TAEK Başkanlığı görevinden ayrıldıktan yaklaşık bir yıl sonra birileri bana Alman kökenli 1150 (binyüzelli) ton radyoaktif atığın Isparta’nın vilâyet sınırları içinde bir yerlere gömülmüş olduğunu ve yine 800 (sekizyüz) ton atığın da Konya’da bir un fabrikasında enerji üretimi amacıyla yakılmış olduğunu ihbâr etti” diye açıklamalarda bulunmuştu.