Kadın hakları aktivisti avukat Canan Arın ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi konuştuk
Nezahat Doğan
İstanbul Sözleşmesi, öncelikle insan haklarını temel alan, kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere, herhangi bir ayrım gözetmeksizin, bir insanın cinsiyeti üzerinden zulme maruz bırakılmasının önlenmesi, şiddete, tecavüze karşı korunması ve şiddet uygulayanların cezalandırılması için devletlere yol haritası çizen, sorumluluk yükleyen uluslararası bir uzlaşma metni. Türkiye’nin de kurucularından olduğu Avrupa Konseyi’nin hazırladığı sözleşme, 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalandı.
1 Ağustos 2014’te yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi’nin 6. yılında Türkiye sözleşmeden çekilmeyi konuştu. Şimdi 6 yılda kadına yönelik şiddet, tecavüz ve istismar tırmanmasına rağmen sözleşme etkin bir şekilde uygulanması gerekirken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararıyla sözleşmeden çekildi. Bu kararın hukuka aykırı olduğu tartışmaları sürerken, iktidar Avrupa Konseyi’ne çekilme kararını bildirdi ve kabul edildi.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına karşı tepkiler ise sürüyor. Kadınlar, her gün alanlarda taleplerini haykırıyor. Kadın hakları aktivisti, Mor Çatı kurucularından Avukat Canan Arın, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin tarikatlar, cemaatler, muhafazakâr ve İslami tarafta tabanı tutmak için verilen karar olduğuna dikkat çekti. Sözleşmenin iptal edilmesinin hukuka aykırı olduğunu ifade eden Canan Arın ile İstanbul Sözleşmesi’nin detaylarını konuştuk.
Kadınlar yıllardır İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması için mücadele veriyor. Sözleşmeyle amaçlanan ne?
İstanbul Sözleşmesi’nin dört ayağı var. 1-Kadına yönelik şiddeti önle. 2-Kadını şiddetten koru. 3-Şiddet uygulayana gerekli cezayı ver. 4-Sudan sebeplerle o cezayı hafifletme. Ve şiddeti engelleyici politikalar oluştur. Temel başlıklar böyle. Bunları ortadan kaldırmak istiyorlar.
Uygulanmayan bir sözleşmenin iptali ne demek?
Şu demek! Türkiye’de AKP hükümeti ile birlikte çok etkin bir ataerki ve korkunç bir erkek egemenliği var. Ve en iyi muhalefeti de kadınlar yapıyor. Bu kadın hareketi ve kadın muhalefeti, erkek egemenliğini ve ataerkiyi ciddi şekilde sarsıyor. Bundan çok korktukları için kadınlar üzerindeki baskıyı arttırıyorlar. Ayrıca, AKP hükümeti ciddi şekilde oy kaybetti. Artık ona oy verecek kesim çok azaldı. Şimdi tarikatlar ile işbirliğine gidiyor.
Kimlerle işbirliği?
Sadece tarikatlar da değil! Zihniyetleri IŞİD ile Taliban ile Boko Haram ile aynı olan erkeklerle işbirliğine gidip onlara yaranmak için, onlardan oy alabilmek için kadınların haklarını koruyan sözleşmelerle oynamaya başladılar. 2002 yılında AKP hükümeti iktidara geldiğinde benim ilk söylediğim: Onların takiye yaptığıydı, hile yaptığıydı, asıl amaçlarının da şeriatı getirmek olduğuydu. Bunun yavaş yavaş yaptılar.
Nasıl?
Bakın önce Anayasa Mahkemesi’nin kompozisyonunu değiştirdiler. Anayasa Mahkemesi’nin üyelerini kendi istedikleri şekilde karar verecek insanlardan oluşturdular. TCK’de resmi nikâh olmadan dini nikâh kıymak suçtu! Bunu Anayasa Mahkemesi kararıyla 2015 yılında suç olmaktan çıkarttılar. Sonra eğitim, 12 yıllık kesintisiz kız ve erkek çocukları için zorunlu eğitim vardı. Önce sevindik ne güzel 12 yıl. Bunu hemen üç eşit parçaya böldüler 4+4+4 diye. 4 yıldan sonra kız çocuklarının okullaşması geriledi.
Bu eğitimde gerileme kız çocuklarına cinsel istismarın artmasına mı neden oldu?
Artmak ne kelime, çocuk cinsel istismarını, özellikle kız çocuklarının cinsel istismarının yolunu açtılar. Mesela 13 yaşındaki bir kız çocuğu doğum yapıyor. O zaman hastane bunu rapor etmek zorunda: “Bu çocuk cinsel istismara uğramış” diye. Ama o zaman çıkıp dediler ki bunlar “evliliktir”; bu çocukla beraber olan erkek hakkında ceza davası açıyorsunuz, o cinsel istismar suçuyla hapse atıyorsunuz, sonra çocuklar babasız kalıyor, kadın da eşinden oluyor, böylelikle aile sarsılmış oluyor. Pardon da aile denilen ne? Medeni Kanun’un 124. maddesinde açıkça der ki: Kadın ve erkekler için evlenme yaşı 17 yaşın doldurulmasıdır. Ki kadın hareketi buna itiraz etti. Çünkü Türkiye’nin taraf olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi, ayrıca Ceza Kanunu’nun 6. maddesi açıkça, 18 yaşından küçük olan herkesin çocuk olduğunu söyler. Sonra 17 yaşın doldurulması dediler. 17 yaşını dolduran kız ve erkek çocukları ebeveynlerinin rızasıyla evlenebilirler.
Çocuk evliliklerinin önünü mü açtılar?
İstatistiklere göre, ne kadar küçük ise kız çocuğu “Ağaç yaşken eğilir” mantığı ile o kadar itaat sağlayacaktır. Çünkü bu zihniyette kadın bedeni mal olarak görülüyor. Alınıp satılabilir. Ataerkil ve erkek egemenliğin zihniyeti bu. 18 yaşından küçük çocukların evlilik adı altındaki beraberliklerinde şiddete uğrama oranları çok daha yüksek. Bu şiddet fiziksel olabilir. Ayrıca gittiği ailede -ataerkilliğin sonucu olarak- gelin diye kabul ediliyor. Gelin dediğiniz, karın tokluğuna köledir! Kadınlar köleleştiriliyor. Tarlaya gidecek, çocuk doğuracak, kaynananın hizmetlerini görecek. İşte bunların hepsi bir araya geldiği zaman o çocuğun hayatı kayar. Bu sefer anne çektiklerini kız çocuğu üzerinden sürdürmek istiyor. İşte bu düzenin devamını istiyorlar, aileden kastettikleri bu.
Bu aynı zamanda çocukların haklarını koruyan kanunları da feshetmek anlamına mı geliyor? Bu çok büyük bir tehlike değil mi?
Bence tehlike şeriatı getirmek istiyor olmalı. Hatırlayın! İsmail Ağa Cemaati’nden Cübbeli Ahmet Hoca bir ara açıkça dedi ki: Ensar Vakfı olayı üzerine “İslam’da çocuklarla cinsel beraberlik mübahtır, buna bademleme denir, buna feministler ve ateistler karşıdır” dedi. İnsan utanır, yerlerin dibine girer! Böyle bir şeyi nasıl söyler bu adam? Bu adamların akılları, fikirleri, dinleri, imanları, Allahları, peygamberleri ya para ya da bellerinin altı, o kadar. İslam’ı da buna indirgediler. İslam bu kadar basit, bu kadar korkunç olamaz. Şimdi niye İslamafobi diye insanları ayağa kaldırıyorlar, niye insanların İslam’dan korkmasına bu kadar şaşırıyorlar! Çünkü Taliban onlarda, IŞİD onlarda. IŞİD’in en son Êzidî kadınlara yaptıkları. Kadınları esir aldılar, tecavüz ettiler, pazarlarda sattılar. Halen ellerinde esir kadınlar var. İnsanlar niye İslam’dan korkmasınlar, İslam’ı buna indirgedikten sonra.
Kadınlardan korkuluyor mu?
Kadınlar üzerindeki korkusunu baskı ve şiddetle bastırmaya çalışıyor. Bütün derdi kadınları tamamen susturmak. Tek adam olmanın aklı sıra keyfini çıkartıyor. “Ben yaptım oldu” hikâyesi. Ama ne kadar baskı yaparsanız ‘düdüklü tencere gibi’ patlarsınız. Ha belki de patlamayı istiyor. Belki de iç savaş, iktidarı kaybetmemek için, onu bilemiyorum. Ama kadınların üzerine bu kadar baskı yaptığınız zaman daha fazla reaksiyon göreceksiniz. O zaman ne oluyor polisi kadınların üzerine sürüyor. Oturup konuşma, anlaşma yok, şiddet var. Çünkü bütün bildikleri küfür etmek, tecavüz etmek, öldürmek ve şiddet dilinden başka bir şey bilmiyorlar, bu kadar.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması şiddeti artırıyor mu?
İstanbul Sözleşmesi uygulanmıyor, bu yüzden şiddetin önü açılıyor diyoruz ya, ama var olması çok büyük bir güvenceydi. Mahkemeye gittiğiniz zaman hakimlere “Kardeşim İstanbul Sözleşmesi’nin şu, şu maddeleri gereğince sen bunu yapmak zorundasın” deme hakkımız vardı. Şimdi bunu elimizden alıyorlar. Sindirmek için ya tecavüzleri arttırıyorlar ya da öldürmeyi arttırıyorlar. Eski ceza kanunumuzda “namus” adına işlenen cinayetler vardı. Bu cinayetler haksız tahrik sebepleriyle hafifletiliyordu.
Çünkü namus dedikleri; kadın bedeninin belirli bir bölgesi, ama hırsızlık namussuzluk sayılmıyor, gasp namussuzluk sayılmıyor, bir insanı arkadan vurmak, öldürmek, aldatmak, parasını almak namussuzluk sayılmıyor. Namus sadece bir kız çocuğunun itaatsizliği, ataerkile karşı çıkması. İşte burada namus bitiyor çünkü kadın bedeni bir mal, bu malın mülkiyeti önce içine doğduğu aileye ait. Ondan sonra evlenmekle kocaya geçiyor, koca da ölmüşse o zaman neredeyse herkes birden karışıyor. Yattın mı kalktın mı, kısa mı giydin, dar mı giydin özellikle belli bir topluluk içinde.
Bu söylediğiniz Türkiye’de namus kisvesi adı altında birçok kadın katledildi. En son karısını katleden katil, adliyeye getirildiğinde adamsın diye alkışlandı. Bütün bunların anlamı ne?
AKP diyor ki: “Kadınlar lehine olan bütün değişiklikleri biz getirdik.” Hayır! Siz getirmediniz! Evet sizin zamanınızda oldu ama kadınlar yıllardır Medeni Kanun değişikliğini, Ceza Kanunu değişikliğini talep ediyorlardı. Ve kadınların zoruyla yapılan değişiklikler oldu. Bunun övüncünü gerçekten yaşamak istiyorlarsa, o zaman “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu.” Gerçekten Türkiye korkunç bir hale geliyor.
Sözleşme “Türk aile yapısı”nı bozuyormuş?
Hadi Oradan! Pardon da Türk aile yapısı kadın boğazlamak mı? Aile yapısıyla ne ilgisi var! Ayrıca kim kime hadi gel lezbiyen olalım, hadi gel gay olalım dediği zaman gay olmuyor ki. Kendi tercihleri ve bir kısmı da böyle doğuyorlar. Dolayısıyla onların cinsel tercihlerinden size ne! Devletin işi insanların cinsel yaşamlarını düzenlemek değil. Bunları bıraksınlar ekonomi ile ilgilensinler. Millet açlıktan kırılıyor. Sağlık politikasını geliştirsinler. Her şeyi mahvedip yok ettiler. Bunları düzeltsinler. İnsanların cinsel hayatlarıyla oynamak değil. Akılları fikirleri cinsellikte, bunu bırakın.
Uluslararası bir sözleşmeden bir gece kararıyla çıkılabilir mi?
Hayır, çıkılamaz. Öyle bir tek kararla, bu uluslararası sözleşmeler Büyük Millet Meclisi’nin kararından geçtikten sonra kabul edilmiştir. Böyle kabul edilmiş bir sözleşmeden de gene aynı şekilde çekilebilirsiniz. Belirli kesimlere taviz vermek isteyen bir adamın kafasından geçen bir kararla “Ben yaptım oldu” diye çekilemezsiniz. Bu hukuka aykırı. Bu bir karar olduğu için de önce bu kararın -idari bir karar olduğu için- idari yönden iptali yolunda Danıştay’a başvurulacak. Ama öyle bir hukuksuzluk tavan yapmış vaziyette ki, “Biz çekildik” diye Avrupa Konseyi’ne bildirdiler. Avrupa Konseyi de “Tamam aldık kabul ettik” dedi. Yani üç ay sonra 1 Temmuz’da Türkiye çıkmış olacak.
Danıştay’a kararın iptali için başvurulursa kabul eder mi? Anayasa Mahkemesi vs. iç hukuk yolları işler mi?
Vallahi olur ya Anayasa Mahkemesi’nin kafasına saksı düşmüştür. Veya Danıştay’dakilerin birdenbire hukukçu oldukları akıllarına gelmiştir. “Demir demiri kesmeyecektir de” bu kararı iptal edecekleri tutar.
Böyle bir şey olur mu?
Yani hukuken olması gerekir de hukuk var mı diye sorarsanız hukuk yok!
Yapılan başvurular sonuçsuz kalırsa 1 Temmuz itibarıyla feshedilmiş mi olacak?
Evet, maalesef. Çok ciddi de bir durum ayrıca. İnsan haklarıyla ilgisi yok ki. İnsan haklarıyla ilgisi olsa Osman Kavala’nın aylardır, yıllardır cezaevinde ne işi var; Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde ne işi var? Şimdi Canan Kaftancıoğlu’nu atacaklar içeriye. Çünkü doğru dürüst muhalefet yapan, kendilerine karşı çıkan herkesi cezaevinde çürütüyorlar, ondan sonra da hukuk reformu diyorlar. Hangi hukuk kardeşim! Siyasi davaları bırakın, normal davalarda bile yargıç diye atadıkları kişilerin seviyeleri yerlerin altında sürünüyor. Bir duruşmada yargıç diye oraya oturan bir adam bana “Anam yaşında kadınsın” dedi. Bir başka terbiyesiz daha geçtiğimiz iki ay önce “Bu kadar yıldır avukatlığı öğrenmemişsin sen kim oluyorsun da hakim ile konuşuyorsun, hakimin odasına geliyorsun” diyor.
Böyle bir dil var mıydı hukukta?
Hayır! Eskiden yargıç olan bir insan kendisi saygıdeğer olduğu için bulunduğu makama da saygı duyuluyordu. Saygıyı o makama kendisi taşıyordu. Şimdi makamın saygıdeğerliğinden yararlanmaya çalışan dünya kadar seviyesizi oraya yargıç diye oturttular. Türkiye’de olağanüstü karanlık günlere doğru gidiyoruz. Bunlar 6284’ü de iptal edecekler, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın tasfiyesi sözleşmesini de iptal edecekler ve Medeni Kanunu iptal edecekler.
Din istismar mı ediliyor?
Feci şekilde! Benim annem de inançlıydı ama asla bize şöyle düşüneceksin, böyle yaşayacaksın, şuna inanacaksın diye baskı kurmazdı. Şimdi iyice ayrıştırıldı, bölündü toplum. Ve herkes birbirine düşman oldu. Zaten istedikleri buydu. Neredeyse anne kızına, baba oğluna, baba kızına düşman oldu. Ama din adına çıkıyor bir adam diyor ki: “Annenizin diz kapağından tahrik olursunuz”, yok “Baba bilmem kaç yaşındaki kızından tahrik olur” rezillik! Utanmazlık! Böyle bir şey nasıl söylenebilir! Ondan sonra da namus diye çıkıyorlar ortaya. Hangi namus kardeşim!
Kadınların değişim ve dönüşüm gücüne karşı mı atılan adım bu?
Evet! Çünkü kadınların olduğu her yönetim alanı ve kadın bakışında her şey daha iyi yönetiliyor. Ve ciddi bir kadın mücadelesi var ve örgütlüler. Gelecek kadınların, ne yaparlarsa yapsınlar bunu engelleyemeyecekler. Biz eskiden haklarımızı geliştirmek için çalışırdık. Şimdi mevcudu korumaya çalışıyoruz, onu bile koruyamıyoruz. Sonra da utanmadan çıkıp diyorlar ki: “Kadınlarla ilgili bütün iyileştirmeler AKP hükümeti zamanında yapılmıştır.” Hadi canım sende! Eğer samimiyseniz bu yaptığınız ne o zaman.
Şiddet dili daha mı keskinleşti? Çizdiğiniz tabloya rağmen umutlu musunuz?
E hükümetin istediği bu! Kadın kadına düşman olsun, kadın erkeğe düşman olsun, Müslümanlar laiklere düşman olsun, Türk Kürde düşman olsun, Alevi Sünni’ye düşman olsun. Bu bir İstanbul Sözleşmesi meselesi olmaktan çoktan çıktı. Türkiye’nin demokrasi meselesi haline geldi. Onun için CHP de bir zahmet edip kımıldasın! Çok daha ciddi muhalefet bekliyoruz. HDP Meclis’te ve onlarda kadın oranı yüksek ve kadın konularında çok daha ses yükseltiyorlar. Çok ciddi bir güç birleştirmeye ihtiyaç vardır. Ama kadınlar güçlü ve dayanışmadan vazgeçmemek, direnmeye devam etmek, her ayın 15’i karanlıksa 15’i aydınlıktır. Aydınlık ve ışık gelecektir diye düşünüyorum.