İpek Er davasının avukatlarından Gulan Çağın Kaleli, Kürt kentlerinde kadına yönelik suçların savaş politikası olduğunu vurguluyor: Musa Orhan aslında sadece bir figür, arkasında çok kuvvetli bir devlet desteği var. Bu desteği İçişleri Bakanı’nın açıklamasında görüyoruz, müdafilerin savunmada aldıkları tutumda görüyoruz
Hüseyin Kalkan
Bütün savaşlarda öyledir. Kadın bedenine ganimet olarak bakılır. Sadece modern savaşlarda değil, imparatorluklar öyle kurulmuş, öyle yükselmişlerdir. Tarih yazıcılar en çok kadının esir alındığı ve haremlere kapatıldığı dönemleri ‘yükselme devri’ olarak nitelemiştir. Resmi tarih yazımına öyle işlenmiştir. Avukat Gulan Çağın Kaleli ile söyleşimizin ikinci bölümünde daha çok kadın ve savaş ilişkisi üzerinde durduk. Savaşın giderek yükseldiği dönemde yani 90’lardan başlamak üzere Kürdistan’da aynı pratiğe tanık olduk. Askerler, korucular savunmasız kadınları ve çocukları bu savaşın ganimeti olarak gördüler ve tecavüzü bir hak olarak kabul ettiler. Yargı ise bu tecavüzcü güruhu aklamak için elinden geleni yaptı. Ancak çok büyük kamuoyu tepkisi oluştuğunda failler tutuklandı, arka kapıdan serbest bırakmak için.
Neden tutuklanmıyor?
Avukat Kaleli, Musa Orhan’ın tahliye süreci ile ilgili şunları söylüyor: “Biz üç celsedir Musa Orhan’ın tutuklanmasını talep ediyoruz. Talebimiz kabul edilmedi. Delillerin toplandığı, kuvvetli suç şüphesi bulunmadığı, kendisinin sabit ikametgaha sahibi olması sebebi ile tutuklanmasına gerek olmadığı, adli kontrol tedbirinin yeterliği olduğuna dair gerekçeler ileri sürülüyor. Ama üç celsedir iddia makamı ‘Eksik hususlar giderilsin’ diye mütalaa veriyor. Son celsede de söyledik. Toplanması gereken bir sürü delil var. O dönemde Musa Orhan’ın ev arkadaşı dinlenmedi. Yine dosyadaki tanıklardan iki kişi dinlenmedi. Musa Orhan’ın telefonu sıfırlanmış, bu delil karartıldığına dair önemli bir karinedir. Dijital materyallerin incelenmesi ve mümkünse telefonundaki verilerin geri getirilmesi talebimiz var. Musa Orhan adına üç ayda bir değiştirilen telefon hattı var. Bu hatların HTS kayıtlarının incelenmesi, bunlar çok önemli kanıtlar ve şu anda aslında dosyaya tekemmül edilmiş değil.”
Rapor tecavüz diyor
Avukat Kaleli, Musa Orhan tahliye edildikten sonra çok daha kuvvetli delillerin dosyaya girdiğini belirtiyor. Buna rağmen mahkeme heyeti Musa Orhan’ın tutuklama talebini reddediyor. Kaleli bu konu ile ilgili şunları söylüyor: “Tutuklandığı zaman dosyada kuvvetli suç delilleri vardı. Tahliye edildiğinde durum değişmemişti. Başta nasıl kuvvetli suç delili varsa, tahliye edildiğinde de vardı. Ama tahliye edildikten sonra çok önemli bir delil girdi dosyaya. Diyarbakır Kriminal Laboratuvarı’ndan bir rapor geldi dosyaya. Bu raporda İpek Er’in cinsel saldırı suçuna maruz kaldığına dair çok önemli veriler var. Bu rapor ilk celsede geldi. Artık bu rapor üzerinde ve dinlenmeyen tanıklar üzerinde kişinin delilleri karartma şüphesi var -bu kişi devlet görevlisi ve devlet gücünü kullanarak delilleri karartabilir. Her ne kadar idari soruşturma başlasa ve şu anda görevden uzaklaştırılmış olsa da mevcut tanıkları etkileyebilir, devlet nezdinde koruma alabilir ki mevcut yargı pratiğinin de ona işaret ettiğini görüyoruz. Dolayısı ile bu kişinin derhal tutuklanması gerekir.”
Neden mahkemeye gelmiyor?
İpek Er’in avukatları Musa Orhan’ın huzura alınmasını talep ediyor, heyet bu talebi kabul etmiyor. Orhan’ın huzura alınmasının önemini şöyle açıklıyor Kaleli: “Biz Musa Orhan’ın huzura alınmasını istedik. Ceza yargılamasında yüz yüze ilkesi çok önemli. Bizim sorduğumuz sorular, ortaya koyduğumuz beyanlar ya da mevcut duruşma ortamında kişinin jestlerinden tutalım mimiklerine kadar her biri yargılama için çok önemli. Ama mahkeme ısrarla SEGBİS bağlantısında ısrar ediyor. Biz mahkemeye getirilerek sorgusunun yapılmasını istedik, mahkeme heyetinden bir hakim SEGBİS’in de yüz yüze olduğunu iddia etti. Bir ağır ceza mahkemesi üyesi, AİHM’in buna dair tonla içtihadına rağmen bunu iddia etti ve çok rahat bir ifade ile ‘Eğer aykırı olduğunu düşünüyorsanız itiraz edin’ dedi.”
Devlet zırhı
Avukat Kaleli, Kürt kentlerinde kadınlara yönelik şiddet ve cinsel saldırı suçlarında neden kamuoyu vicdanını tatmin eden kararlar çıkmadığına dair çok önemli bir noktanın altını çiziyor: “İpek Er dosyası ile birlikte çok görünür oldu ama, sokağa çıkma yasaklarından sonra kadına yönelik her türlü şiddette biz yargının tavrının egemeni koruyan ve kollayan bir araç olarak kullanıldığını görüyoruz. İpek Er dosyasına gelince Musa Orhan bir uzman çavuştu ve kamuoyu baskısıyla tutuklandı. Ama biraz tepkilerin sönümlenmesi, biraz gündemin kaybolmasıyla birlikte hemen yargı harekete geçti ve almış olduğu bir talimatla -bunun başka türlü bir açıklaması olamaz- bıraktı. Dosyadaki mevcut delil durumuna göre tutuklanma kararının verilmemesi mümkün olmayan bir dosya, aslında siz neye dayanarak tahliye kararı verdiniz denildiğinde yargı makamları da sessiz. Musa Orhan aslında sadece bir figür, arkasında çok kuvvetli bir devlet desteği var. Bu desteği İçişleri Bakanı’nın açıklamasında görüyoruz, müdafilerin savunmada aldıkları tutumda görüyoruz. Mahkeme salonu kadın örgütlerinin ve avukatların kadına karşı işlenmiş bu suça karşı bir mücadele sahası. Siz sanığı oradan kaçırarak korumaya alıyorsunuz. Birçok dosyada olduğu gibi. Mesela Van’da bir çocuğun bir uzman çavuşun istismarına uğraması davası devam ediyor, Gercüş’te mesela bu dosyanın üstü hemen kapatıldı ama aralarında uzman çavuş, polis ve korucuların olduğu 27 erkeğin bir çocuğa cinsel istismarda bulunduğu dosya. Ve mesela Gercüş örneği çok çarpıcıdır. Oradaki tanıklar basına yansıdığı kadarı ile şunu söylüyorlar: Uzman çavuşların önce kadınlarla ve çocuklarla ilişkiye girdiği ardında da fuhuşa zorladığı pratiği uyguladıkları söyleniyor. Yargı ne yapıyor peki, yargı haksız tahrik indirimi veriyor, ya en altı sınırda cezalar ya da beraat kararları veriyor. Aslında o devlet zırhını kuşanan kişi mahkemeye de aynı zırh ile geliyor.”
Çatışmalı süreç ve kadın
Gulan Çağın Kaleli, çözüm sürecinin bitmesi ile birlikte kadına karşı şiddetin arttığını, cinsel saldırıların çoğaldığını ve faillerin korunduğunu belirtiyor. Kaleli bu durumu şöyle detaylandırıyor: “Çözüm süreci sona erdikten sonra bir taraftan kentleri yıkarken bir taraftan da insan hakları yıkıldı. Savaş dediğin olgu bir yeri sahiplenme, bir yere benim denmesi, kendi aidiyetinin altına alınması demektir. Aynı şekilde insani ve ahlaki değerlere saldırı söz konusu. Kadın bedenine bir saldırı söz konusu. Kürdistan coğrafyasında sanki kadın bedeni bir ganimetmişçesine yaklaşan, fethedilmesi gereken bir yermiş gibi düşünen bir kirli zihniyetle karşı karşıyayız. Bunu kadını aşağılayarak ve ötekileştirerek yapıyor. Savaşın bir uzantısı olarak Kürt kadınlarına yönelik ‘kadın kırımı politikası’ dediğimiz bir politika geliştirilmeye çalışılıyor. Burada ahlaki değerler çöküntüye uğratılarak bütün coğrafyaya sahip olma mantığı temelinde kurgulanıyor. Yargıya ve basına yansıyanlar olayların sadece küçük bir parçası. Bize çok sayıda cinsel istismar ve tecavüze uğramış kadın ulaşıyor. Biz hukuki başvurularını yapmak istediğimizde, -çok normaldir- bazı kadınlar henüz bu sürece hazır olmadıklarını söylüyorlar. Bazı çocuklar henüz hazır olmadıklarını beyan ediyorlar. Neden hazır değiller? Failleri önemli siyasi figürler ya da arkasında devlet desteği olan kişiler ise kadınlar yasal sürecin başlatılmasından çekiniyorlar. Kendisinin ve yakınının can güvenliğinden kaygılandığı için, kendini güvende hissetmediği için adım atmak istemiyorlar. Bir taraftan da kendisinin bu süreci psikolojik olarak göğüslemeye hazır olmadığını görüyoruz. Bir tarafta da yargı politikaları nedeni ile ortada olan cezasızlık durumu kadınların başvurmasını engelleyen bir durum. Bu insanlar korunuyor, yargı da onları koruyor algısı yaygın. Biz bir kez daha mağdur ediliyoruz yargı eliyle. İşte İpek Er davasında ailesinin ve ablasının yaşamının kamuoyu önünde tartışmaya açılması bunun en açık örneği.”
Kırım politikası
Avukat Kaleli, Kürt kentlerinde kadına ve çocuğa yönelik suçların bir kırım politikası olarak uygulandığını vurguluyor. Bu politikaların polis ve asker eli ile uygulandığını belirten Kaleli, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Sokağa çıkma yasakları sürecinden sonra Kürdistan coğrafyasında bilhassa polislerin ve uzman çavuşların, askerlerin eli ile Kürt kadınlarına ve çocuklarına yönelik bu cinsel saldırı ve tecavüz suçlarının bir kırım politikası olduğunu söylemek gerekiyor. Bu çok bilinçli bir savaş politikası, bu durumda yargı sistemi içinde haklarımız arayarak çıkabilir miyiz? Bu sadece bir araç. Mevcut hukuk sistemi değil sadece tıkayan. Toplumsal mücadelenin tıkandığı aşamalarda hukuk da tıkanır. Sosyal medya elbette önemlidir. Ama ben sosyal medyanın bir toplumu değiştirecek, dönüştürecek gücü olduğuna inanmıyorum. Haber akışı, habere ulaşım bakımından önemli, ama çok şey yaptık algısı yaratması bakımından da zararlıdır. Bizlerin toplumsal olarak daha fazla örgütlenmeye, daha fazla refleks vermeye ihtiyacımız var. Türkiye ve Kürdistan’daki kadın örgütleri ortak bir mücadele hattı örerek ortak ses çıkarması gerek. Mesela biz Ekim Wan’ın cenazesi çıplak teşhir edilince ortak bir tepki bekledik, ama en yüksek sesi çıkaran yine Kürt kadınları oldu.”
Polis, asker ve korucu
Gulan Çağın Kaleli’nin söyleşimiz sırasında sözünü ettiği Gercüş olayı Kürt kentlerinde kadın ve çocuk kırımına yönelik organize suçların önemli bir örneği. Batman’ın Gercüş ilçesine bağlı bir köyde 15 yaşındaki çocuğa tecavüz edilmesi olayına karışan şüpheliler arasında polis, asker ve korucular bulunuyor. 15 yaşındaki bir çocuğun karın ağrısı şikayetiyle gittiği hastanede hamile olduğu ortaya çıkmış ve çocuğun şikayeti üzerine aynı köyden M.A. ve V.A. adlı iki erkek cinsel istismar suçlamasıyla gözaltına alınmıştı. Savcılık şüphelilerden M.A.’nın tutuklandığını açıkladı. Soruşturmada, aralarında; uzman çavuş, polis, korucuların da bulunduğu 27 erkeğin isminin geçtiği ancak sadece 11 erkeğin soruşturma dosyasına eklendiği öğrenildi. JINNEWS’e konuşan ilçeden bazı tanıklar, Gercüş merkezde bulunan bir tekstil atölyesinde çalışan çocuk ve iki kadını, tekstil atölyesinin servis şoförü olan E.T.’nin uzman çavuş ve polislerle tanıştırdığını iddia etti. Yaklaşık 8 aydır, uzman çavuş ve polislerin atölyeye gelerek kadınları ve istismara maruz bırakılan çocuğu başka yere götürdüğü öne sürüldü. Olayın herkes tarafından bilinmesine rağmen insanların konuşmaya korktuğunu iddia eden tanıklar, “Bizim bildiğimiz iki kadın ve bir çocuk var ama kesin daha çok kadın vardır fuhuşa sürüklenen” diye konuştu. Olayın gündeme gelmesinin ardından Batman Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açıklama yapılarak iddialar yalanladı ve dosyaya gizlilik kararı getirildi.