İkizdere halkı aylardır doğaları ve yaşam alanları için direniyor… Cengiz İnşaat madende, onlar direnişte kararlı!
Reyhan Hacıoğlu
“Eskiden, bu yollar olmadan, buralar hep taşluktu. Akşama kadar çalışiruduk sonra gider çayumuzu içeriduk. Gece de balığa çıkariduk”, “Düğünlerde dağlardan meşalelerle ineriduk. Şimdi nerdeee? Dağ mı kaldu”, “Çocukluğum, genç kızlığım, gelinliğim burda geçti. Eee burda da ölmek istirumm çok mu…”, “Mezarlarımız var, her taşında anımız, çocukluğumuz var. Şimdi böyle görmek insanı kahrediyi!”, “Yaz yaz hepsini yaz, doğalarını katlediyorlar ama onlar direnecekler de, de…” Bu sözler İkizdere’de yaşam alanları için direnenlerin niçin direndiklerine dair sözleridir…
‘Ha buralar satulurken neredeydunuz’
Karadeniz doğası uzun yıllardır HES projeleri ile yerle bir edilirken, bugünlerde sel olmayan, can kaybı yaşanmayan neredeyse hiçbir kenti kalmadı. Doğa yandaş firmalara peşkeş çekilerek yok edilirken, yörenin insanı ise yıllardır direnişleriyle yapılanlara karşı durmaya çalışıyor. O alanlardan biri de İkizdere…
İkizdere Rize’ye bağlı olup, Doğu Karadeniz’in en güzel ilçelerinden biri. Son 5 ayda ise hayatımıza adını yapılan doğa talanı ile duyurdu. Bölge ve Türkiye kentlerinde yapılan hemen her doğa katliamında imzası olan Cengiz Holding’e bağlı Cengiz İnşaat tarafından bölgeye taş ocağı yapılmak isteniyor. Yörenin insanları ise 100 günü aşkın süredir direnişte. “Sonuç almasak dahi. Çocuklarımız ‘Ha buralar satulurken neredeydunuz’ deduklerunde direneyduk diyeceğiz” diyerek saldırı ve gözaltılara rağmen inatla ve ısrarla direnişteler.
Sofra hep hazır
İkizdere Dernekler Federasyonu tarafından çok kısa aralıklarla aylardır direnişe destek ziyaretleri organize ediliyor. Bu direnişe tanık olmak ve ses olmak için giden grupla yola çıktım ben de. Yorucu, uzun ama şarkılarla geçen yolculuğun sabahında şimdi kamulaştırılmak istenen direniş alanında insanlar karşılıyor sizi. Derme çatma bir alan, Baş ailesine ait. Yanında bir çay bahçesi ve eski bir fabrika var. Alan tam buraya kurulmuş. Bir iki sedir ve çay ocağı ve ortaya tahtalardan bir masa. Masada kadınların yaptıkları, poğaçalar, börekler, zeytin, ekmek, peynir ve helva. Sıcak bir sofra ve güler yüzlü insanları burada bulmak her an mümkün.
‘Ben bir ceviz ağacıyım…’
Direniş alanına pankartlar asılmış, “Taş ocağı değil fabrika istiyoruz” diye, bayraklar, nisan ayında başlayan eylemlerden kareler. Ve koca bir ceviz ağacı. “Ben bir ceviz ağacıyım ne sen bunun farkındasın ne de polis” diyor ya Nâzım Hikmet. Demek ki ülkenin bütün ceviz ağaçları da bir şekilde siyasetin merkezi olabiliyor. Ve bütün direniş, bütün planlamalar bu ağacın gölgesinde yapılıyor aslında. Günlük sorunlar da, direniş de, Cengiz’in sohbeti de hep oradan yapılıyor. Bir de Diren diye sevimli bir köpekleri var. Sabah erkeklerin uyanır uyanmaz ilk işleri buraya gelmek ve gelenler için çay koymak oluyor.
Eyleme geldiğimiz için haliyle kalabalık ortalık. Eylemde her söz alan direneceklerini ve doğalarını bırakmayacaklarını söylüyor. Kadınlar, ki direnişin en başından beri en çok direnenler, grubun önüne geçiyorlar. Ellerinde sopaları, kafalarında yöresel şalları. Önce şarkıları, ki her biri ağıt gibi, yaşadıklarının özeti, “Dereler özgürdür, özgür akacak”, “Birleşe birleşe kazanacağız” sloganları ise ara ara eşlik ediyor onlara. Alan çok uzak değil. Kısa bir süre önce köylülerin serbest geçtiği toprakları şimdi polis, jandarma koruması ve daha da ötesi bariyerlerle girişleri engellenmiş durumda. Kadınlar kapıya kadar gidiyor. Kararlılıklarını belirttikten sonra çalışma alanına bir de tükürüyor, “Cenguzzz başun batsun” diye.
‘Bize çok kötüluk ettular’
Ayşe Abla’yı buluyoruz. Eylemin hep en önde olanlarındandı. Eşini kaybetmiş, çocukları da hep şehir dışında. “Ben burda doğup burda ölmek istiyorum” diyor diğer herkes gibi, “Biz bağımıza bahçemize gidemiyoruk. Bizi burdan yok etmek istiler. Ama biz dibine kadar sahibik. Bir ağaç da kalana kadar direneceğiz. Bak hâlâ dizlerim ağrıyor ama ölmedik ama ayaktayık. Haber de yolladım, dedim benim adamım yok. Ben tek başımayım ve benim param sana zehir zıkkım olsun. İlaç parası olsun dedim. Biz yoksul insanlarız. Ama sana malımı vermeyeceğim. Biz aç durduk ölmedik. Ve ölümüne dik duracağız. İstedikleri kadar gelsinler biz yine burda olacağız son ağaca kadar. Eskiden buralar hep çaylik idu. Bize uyku yok, yemek yok, çok ağladık.” Dizlerini gösteriyor ağlayarak: “Çok direnduk ama…” Çok destek var o da diyor. Ve hep tekrar ediyor: “Burayı ona bırakmayacağız” diyor. Kepçenin önünde duran kadınlardan Ayşe Abla da. Yere düşmüş, dizleri yarılmış ama yine de durmamış ve yine de durmayacağım diyor ve ekliyor: “Bize çok kötüluk ettular.”
Kadınlar en önde
Funda Abla da direnişçi kadınlardan, çok da güzel sesi var. Cengiz’e en güzel sözleri dizenlerden biri de o (!). Doğma büyüme İkizdereli. Şehir dışında yaşıyor ama her sene geliyorum diyor. Çay toplarken iş makinelerinden yayılan toza toprağa değiniyor. “Hastalıklar hep burdan” diyor ve ekliyor: “Kadınlar cesur ve izin vermeyecek.” Direnişe destekçi de çok ama “Buranın kadını çok cesaretli. Gece 12 de olsa ayılar önümüzde gitse de biz yine giderdik gideceğimiz yere” diyor. Doğamızı katletmelerine izin vermeyeceğiz diyor o da.
‘Umutlarımıza yüzmeyi öğrettik’
Pervin Abla da İkizdereli. “Ormanımızı kırmaya çalışıyorlar. Bizim yaşam alanımıza, dağımıza el koyuyorlar. Çaylarımız hep toz oldu. Gecemiz yok gündüzümüz yok. Çok zor. Tozdan, sesten” diyor ve 3 gündür de hastaymış zaten. “Ama yine de bırakmayacağım” diyor. Aslı Eren Kahraman da İkizdere’den. “30 yıldır buranın geliniyim” diyor. Validebağ için de direniyor Aslı Eren, “Bizim mücadelemiz 12 yıl önce HES’lerle başladı” diyor ve geçen zamanda tüm direnişlere rağmen HES’ler yapıldığını söylüyor. Eşkencedere’de çıkarılan taşlarla İyidere’de liman yapılacağını hatırlatarak direnişlerini anlatıyor: “Patika yollardan geçip önlerine geçtik. Karadeniz kadını inatçıdır, yüreklidir, dirayetlidir, doğası gibidir. Karadeniz’de umudun bittiği yerde inat başlar. Ben hep şunu diyorum: Umutlarımıza yüzmeyi öğrettik. Suya düşseler de boğulmayacaklar ben inanıyorum ve umutluyum. Nefes alınabilir bir ülke için direniyoruz ve direnmeye devam edeceğiz.”
‘Doğa kardeşliğinde birleşeceğiz’
Mayıs ayında eylemler olmasın diye OHAL bile ilan edildi İkizdere için onu vurguluyor ve aslında bugünlerde herkesin dilinde olanı dile getiriyor: “Ormanlar yanıyor. PKK’lılar yaptı diyorlar ya. Peki, burada ormanlarını koruyanlara da aynı şeyi söylediler. Aynı iftiraları attılar. Bu ikilem arasındayım. Zira bir insanın kendi vatan toprağını, ata toprağını korumasından daha kutsal bir şey yoktur, diyorum. Çanakkale’de yatan şehitlerimize bunun bir borç olduğunu düşünenlerdenim. Çanakkale’de sadece İkizdere’den 283 şehidimiz olduğunu duyduğum günden beri bu taş ocaklarıyla misli misli yaşadım. Bizim direnişimiz bitmeyecek ve doğa kardeşliğinde birleşeceğiz” diyor.
Bir köy direniyor biri izliyor!
İkizdere’de kadınlar en önde, kadınlar en çok direnenler ve kadınlar en kararlı olanlar. Yaşanan talanı göstermek için bizi tepeye çıkartıyor Funda Abla. Güzel doğanın içinde bir yara açılmış ve ilerliyor gibi. İki köy var aslında Cevizlik köyü ve Gürdere köyü. Soruyorum, yani “Cevizlik köyü direnişi izliyor. Gürdere’de direniyor mu?” diye. Tam olarak öyleymiş. İlk günler bir iki katılım olsa da direniş daha çok Gürdere’ye kalmış. Ki onlar da yine hepsi değil. Rize’nin büyük oranı tabanda AKP’li ve ne yazık ki bu da kendi doğal alanlarını korumak için verilen direnişe yabancı olmaya kadar varmış. İşin ilginç olanı ise taş ocağı Cevizlik’e doğru yayılıyor. Yani yöre insanın dediği gibi “Dinamitler patlayınca evleri bir sarsılsın bakalım ne olacak.” Ki patlıyor da her gün ve bu aralar sık sık. Yüksek dağların dumanlı tepeleri bir şölen gibi ve tam ortasında Cengiz’in kepçesi ilerliyor.
İki farklı ama aynı dünya!
Alana dönüyoruz, eylem dağılıyor ve kapılarını açıyor İkizdereliler gelenlere. Karadeniz insanında en çok şaşırdığım ve sanırım hiç alışamayacağım şey güçlü mizah güçleri. Söyledikleri sözlerin şaka mı gerçek mi olduğunu her seferinde kendi adıma ciddi bir çaba gerektiriyor çözmek. Yolculuğu organize eden abinin “Kızlar bir eve, erkekler bir eve olacak. Akıllı olun ha” sözü de bir o kadar arada bırakıyor o yüzden beni. Kurulan ortak sofrada, verilen emeği görünce insan mahcup oluyor. Yöresel yemekler bir yana, ev sahiplerinin gülen yüzleri; sanki sabahtan çay toplayan onlar değil, sanki sabahtan direnen onlar değilmiş gibi dinç, umut dolu. Yemekler yeniyor kalabalık bir şekilde, direnişte yaşanan komik anlar eşliğinde. Kendi adıma şaşırtıcı bir fark da burada ortaya çıkıyor. İkizdere’nin kadınları namazlarını kılıp, çaylarını içiyor. Erkekleri rakılarını yapıp, masalarını kuruyorlar. Ki bu yüzden de çok lafları edilmiş ya, neyse diyorlar. İki farklı dünya gibi gelse de aslında değiller. Sofralarında herkese yer var bu insanların ve kapıları açıktır her daim.
Kadınlar yine kadınlar…
Gece ilerliyor ve kadınlar çayın yanına irmik helvası yapıp anlatmaya başlıyorlar. Neler yok ki. Kimi 30 yıllık gelin. Kimi aslında Gelibolulu. Kimi yıllardır dışarıda ama direniş başlayınca gelmiş. Ayla Abla da onlardan biri. Yıllarca uzak kalmış ama direnemesem dahi “Gideyim de gelenlere yemek yapayım yoksa vicdanım el vermez” demiş. İstanbul’da yaşıyor ve her fırsatta geliyor, yemek yapıyor, çay koyuyor. Akşam dere kenarında bir eve geçiyoruz. Hava yağmurlu, kadınlar devam ediyor anlatmaya. Kırmızı pullu alabalık buraya özgü ve artık yokmuş. Birçok hayvan türü de ayrıca. İnşaattan suları kesiliyor sık sık. “Eskiden çok mutluyduk” diyorlar. Ki bir süre sonra daldıkları yerde döktükleri gözyaşları, yaşadıkları özlemi de verdikleri direnişi de anlamlı kılıyor. Neden bu kadar direniyorlar, sorusuna cevap oluyor her halleri… Geç saatte yolda şarkı söyleye söyleye eve geçiyoruz. Eskiden ne çok söylerlermiş. Her yer onlarınken yani. Yani Cengiz bir sabah dinamitlerle hayatlarına girmeden. Bunca HES ile doğaları yerle bir edilmeden önce… Yapılan bölüştürme ile kalacağımız evlere geçiyoruz. Dere sesi ile uyanmak, sabah yine aynı içtenlikle kurulan sofrada buluşmak ne güzel geliyor bunca ırkçılık ve kötülük ortasında. Kadınlar her yerde ve ne yazık ki yine, en erken kalkan ve çay bahçelerine gidenler de onlar oluyor. Direniş de olsa her yerde “kadın” ne yazık ki kadın bu ülkede. Burada da öyle. Tek fark erkekler ki genç olanlar, sanırım daha evlenmeyenler çayda onlar da var. Ayla Abla’nın kurduğu sofrada Kemal Abi ara ara gelip eksik var mı diye soruyor, sohbet ediyor anlatıyor o da. Tek ağaç tek taş kalana kadar direneceklerini söyleyerek.
‘Ya ölülerimize ne olacak?’
Alandan ayrılmadan çay bahçelerine de gitmek istiyoruz. Her evin ölüsü, mezarı kendi bahçesinde. Akşam dedikleri tam da bu aslında “Ya ölülerimiz. Onları nereye götürelum.” Ve dört kişilik aile mezarlığından geçip çaylığa gidiyoruz. Çaylık taş ocağına yakın. Jandarma ve özel güvenlik bizleri görüp geliyor ama İkizdere’nin gençleri güvenliği uyarıyor. “Alanlarımıza daha fazla girmenize izin vermeyeceğiz” deyince gitmek zorunda kalıyorlar. Biraz ki, aslında çoğunu heba ederek yaptığımız çay toplama denemesinin ardından ayrılıyoruz kadınlardan. “Yine gelin” diyorlar.
Çıktığımız patikadan iniyoruz. Ben erken ayrılıyorum alandan. Ve İkizdere’den geriye; Van’da yaşanan sel de olsa, İkizdere’de olan yağma da olsa bizi kurtaracak olanın aslında “Birleşe birleşe kazanacağız” sloganı kalıyor. İkizdere’den İyidere’ye doğru Dursun Abi’nin durdurduğu dolmuş yol alırken, son kez dönüp bakıyorum, “Cengiz’in kamyonları” peş peşe alana ilerliyor…
NOT: Anlatımlarda yörenin şivesi tam yansıtılmamış olabilir, oluşacak anlam bozuklukları için şimdiden özür dilerim.