Serdar Korucu’nun Sancak Düştü kitabı Aras Yayıncılık tarafından yayımlandı. Aslında iki kitap birden yayınlandı, diğeri de ‘Ahalinin Gidişi-Musa Dağ 1939’. Bazı acılara tek kitap yetmiyor…
Ahmet Güneş
Devletler çok iyi yalanlar üretir. Bir devlet isterse kendi doğrularını bile yalanlar, hem de hiç mi hiç şüpheye düşmeden. Her şey çıkar için, varoluş sömürmek için. Siz buna eziyet etmek için de diyebilirsiniz. Yeryüzünde örgütlenen bu kötülük organizasyonu tarihsel kurnazlığını hiç unutmaz, hep tekrarlar. İşgal, göç, soykırım en hünerli olduğu alan. Öyle başladı çünkü.
Serdar Korucu’nun Sancak Düştü-İskenderun Sancağı’ndan Hatay’a “Ermeni Meselesi” kitabı Aras Yayıncılık tarafından yayımlandı. Aslında iki kitap birden yayınlandı, diğeri de ‘Ahalinin Gidişi-Musa Dağ 1939’. Bu kitap için Sancak Düştü’nün devamı da denilebilir. Bazı acılara tek kitap yetmiyor. Bu yüzden her iki kitap birden yayınlandı.
Korucu’nun Sancak Düştü kitabı genel anlamda İskenderun ve Hatay bölgesinin Türkiye Cumhuriyeti tarafından ilhakını konu ediniyor. Henüz kurulmuş Türkiye’nin Fransız mandası altındaki bölgede izlediği politikaların iç kamuoyuna nasıl yansıdığını ve dış kamuoyu ile girilen diplomatik ilişki boyutunu açığa çıkarmak için titizlikle çalışılmış bu kitap, Korucu’nun titiz arşiv çalışması ile gün yüzüne çıkıyor. Aynı zamanda devletlerin çıkar ilişkisinde halkların nasıl da bastırılmak istendiğini gözler önüne seriyor.
İskenderun Sancağı
Mevzubahis bölge Türkiye tarafından ilhak edilmeden önce İskenderun Sancağı adını alıyor. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu adı alan bölge iki dünya savaşı sırasında özerkliğini, sonrasında ise bağımsızlığını ilan ediyor. Ermeni nüfusun yoğun olduğu Sancak, Türkiye’nin 1930’lardaki başat hedefi oluyor. Tabii bir taraftan da başka bölgelerde farklı işgali de oluyor devletin. Misal aynı yıllarda Mustafa Kemal önderliğindeki genç cumhuriyet Dersim bölgesini hedef alıyor ve tarihe nice vahşetler ama aynı zamanda günümüze sirayet eden isyanları bırakıyor. Tarihsel olarak baktığımızda Türkiye bir taraftan Dersim’e askeri operasyonlar düzenleyip katliamlar yaparken, diğer taraftan da cumhuriyetin ana damarına karşıt görülen Ermenilere dair de askeri operasyonlara girişiliyor.
Sancak Düştü’de ise yazar Serdar Korucu, o dönemde Sancak’ın adım adım nasıl ilhak edildiğini dönemin gazetelerinden ve diplomatik girişimlerinden aktarıyor. Titiz bir çalışma ile devletin basını olan Cumhuriyet gazetesinde yazılan köşe yazıları ve gazete manşetine çekilen haberlerle ve yürütülen psikolojik savaşla bağımsız bir bölgenin Türkiye’nin denetimine girdiğini bu kitapta ayrıntılı bir şekilde okuyabiliyoruz.
Devlet geleneği!
Devletlerin geleneği ve kamuoyu oluşturmak için izlediği yollar genelde birbirine benziyor. Nitekim her devlet bir diğerinin deneyimlerinden besleniyor. Bu kitapta da Türkiye devletinin inşa sürecinde iç tehdit olarak gördüğü Ermeni halkına reva görüleni ve yapılanı ama aynı zamanda dönemin aydınlarının tavırlarını da görebiliyoruz. Yunus Nadi önderliğinde özellikle Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazılarla iç kamuoyuna zerk edilen Ermeni düşmanlığı, 1915’teki soykırım sopası ve dış ülkelerle girilen diplomatik oyunların alıntılandığı kitapta, bitmeyen Osmanlı oyunlarının mirasçısı Türkiye’nin günümüze kadar gelen geleneğini tüm açıklığıyla okuyabiliyoruz.
Yazar Korucu, bu kitapta Sancak’ın adım adım ilhakını konu edinirken önemli bir yere dikkat çekiyor aslında. Soykırımdan geçirilen Ermeni halkının Sancak’ta yeniden toparlanıp aynı kadere mahkum edilmemek için Musa Dağ’da örgütlenip direnmelerinin altını kalın harflerle çizen Korucu, unutulmaya bırakılmış isyanı tekrar hatırlatıyor. Bu hatırlatma şunun için önemli; Devlet geçmişte yaşanan isyan ve direnişlerin unutulmasını özellikle istiyor. Bunun için tarihi inkar edebiliyor, yepyeni bir tarih yazabiliyor.
Goebbels ile ilişki
Kitapta aslında sadece İskenderun ve Hatay işlenmiyor. Korucu, bu ilhaktan önce Ermenilere yapılanlara, Adana Katliamı’nın nasıl organize edildiğine, yapılan konuşmalar ve devletin izlediği politikaları teşhir ediyor. Öte yandan devletin asparagas haberler ile yalan bir tarih yazımına dikkat çekilen kitapta, Türkiye devletinin Musa Dağ direnişini konu edinen Franz Wertel’in Musa Dağ’da Kırk Gün isimli kitabın yasaklanması için Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels ile girişilen diplomatik ilişkiyi de gözler önüne seriyor. Mustafa Kemal önderliğinde kurulan yalan tarih yazımında Sancak’ın binlerce yıl öncesinden Türk yurdu olduğu, Hititlerin aslında Türk olduğu, Orta Asya’da bir yer adı olan Hata’dan dolayı buranın esas adının Hatay olması gerektiği gibi Osmanlı’dan devşirilen oyunların mirasçısı Türkiye’nin izlediği yolu adım adım okurken, özerk bir bölge olan Sancak’ta yapılan katliam ve reva görülen unutulmuşluğa şahit oluyoruz.
Geçmiş bugünü anlatır
Bu kitap esas anlamda katliamdan kurtulabilmiş bir halkın yeniden yerinden göçertilmesini, devletler arası diplomatik çıkar ilişkilerinde her şeyin peşkeş çekilebileceğini ve bu anlamda medyanın nasıl bir işleve sahip olduğunu anlamak için tarihe bırakılması gereken iyi bir arşiv. Sonuçta genç Türkiye devletinin kuruluş aşamasında giriştiği katliam, uluslararası alanda yapılan manipüleler, unutulmak istenen vahşet ve inkar edilen tarihin hatırlanması için Sancak Düştü kitabı devletin halen başka ülkelerde giriştiği saldırı ve savaşları da anlamamız için önemli bir kaynak. Özellikle Ermeni halkının yaşadıkları ve tarihlerinin Türkiye resmi tarih yazıcılığından ayrı bir şekilde okunmasını sağlayan ve bunun için önemli eserler üreten Aras Yayıncılık’tan çıkması da ayrı bir önem arz ediyor. Sancak’ın düşmesinde izlenen politika, bugün Efrîn, Kerkük ve daha başka yerler için de tezgahlanıyor. Bu yüzden bu kitap, geçmişi anlatırken, bugüne dair de dersler veriyor. Meraklısı için iyi bir arşiv çalışması olan her iki kitabı da öneriyorum.