Tutukluların PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecride karşı başlattığı açlık grevi 200. güne girdi. Talepler net
Yusuf Özdemir
Türkiye ve bölge cezaevlerinde 200 gündür onlarca tutuklu PKK Lideri Abdullah Öcalan’a uygulanan tecride karşı süresiz-dönüşümlü açlık grevinde. Yaşanan hak ihlalleriyle birlikte tecridin son bulmasını isteyen tutuklular, her fırsatta taleplerini ortaya koyarken, aradan geçen 6 ayda bir adım atılmadığı gibi tecrit ağırlaştırıldı, hak ihlalleri arttı.
Bugün onlarca tutuklunun devam ettirdiği açlık grevi gibi daha önce de Öcalan’a uygulanan tecride karşı 2012 ve 2016’da açlık grevleri yapılmış, son olarak 2018’de DTK Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven öncülüğünde 200 gün süren bir açlık grev sonrası 7 Ağustos 2019’da dört görüşme sağlanabilmişti. Ancak ardından yeniden başlatılan tecritle birlikte kardeşi Mehmet Öcalan ile 24 Mart 2021’de sadece 4 dakika süren ve yarıda kesilen telefon sonrası Öcalan’dan bir daha haber alınamadı. Bu durum Öcalan ve İmralı’daki diğer üç tutuklu için duyulan endişeyi had safhaya çıkarırken, bugün onlarca tutuklu bu hukuksuzluğa karşı 200 gündür açlık grevinde. Yaşanan süreci İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, Öcalan’ın avukatlarından da olan Asrın Hukuk Bürosu’ndan İbrahim Bilmez ve HDP Mardin Milletvekili Pero Dundar ile konuştuk.
‘Her an bir işkence’
Hazırladıkları raporlarla tutukluların yaşadıkları hak ihlallerini yakından takip eden İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, cezaevi koşullarını anlatarak, sağlıktan verilen yemeğe, hastane gidiş gelişlerinden suya erişime kadar her anın tutuklular için bir işkenceye dönüştüğünü ve yine bu ihlallerin en önemlilerinden birinin de İmralı’da uygulanan tecrit olduğunu belirtiyor. “İmralı’da özel ve ağır bir biçimde uygulanan tecridin aslında bugün Türkiye’deki bütün hapishanelerde yoğun ve yaygın olarak uygulandığına tanıklık ediyoruz. Özellikle pandemi dönemi tecridin çok daha ağırlaştırıldığı bir süreç oldu” diyen Yoleri, devamında ise tecridin bu noktaya gelmesine dair şunları belirtiyor: “Tecrit hem uluslararası platformda hem insan hakları açısından da bir işkence olarak tanımlanıyor. İnsan hakları örgütleri bu konuda tabii ki üzerlerine düşeni yapıyorlar ama maalesef işkenceye karşı mücadele eden uluslararası mekanizmalar bu noktada yeterince kuvvetli bir ses çıkarmıyorlar.”
‘Bir işkence halidir tecrit’
Tecridin hukuki ve siyasi nedenlerinin olduğunu ifade eden Yoleri, Terörle Mücadele Yasası’na dayandırılan ayrımcılığa vurgu yaparak diğer yerlerde kısıtlı da olsa bazı hakların kullanılabildiğini ancak İmralı’da bunun dahi olmadığına dikkat çekti. Yoleri, “İmralı’da yıllarca hem avukatlarıyla hem ailesiyle görüştürülmediği bir ortamdan söz ediyoruz. Sadece açlık grevleri vesilesiyle değil, aslında temel bir sorun olarak görülüp tecride karşı ciddi bir mücadelenin örgütlenmesi karşımızda duran bir sorumluluk” dedi.
‘Yeterli duyarlılık yok’
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasında yaşanan “umut hakkı” ihlaline de vurgu yapan Yoleri, “Bu konuda yarattığı mağduriyetlerin anlatılabilmesi ve çözüm mekanizmalarının da harekete geçirilmesi ciddi bir ihtiyaç” diye konuştu. 2018’de yapılan açlık grevinde de yeterli duyarlılığın oluşmadığına dikkati çeken Yoleri, bugün salgın koşullarının, iktidarın uyguladığı baskı ortamının, tecridin yeterince anlatılamamasının da etkili olduğunu söyledi. Yoleri devamla, asıl meselenin tecridin insanlık suçu olduğunun göz ardı edilerek İmralı, Öcalan ve beraberinde Kürt sorununda taraf olma düşüncesiyle birçok kimsenin yeterince duyarlı yaklaşmaması olduğunu belirtiyor.
‘İnsanlar ölmeden…’
Tecridin bir işkence olduğunu tekrarlayan Yoleri, “Bu yüzden de işkenceye karşı olan herkesin aslında tecride de karşı olması ve dolayısıyla sonlandırılması için mücadele ediyor olması lazım” diyor ve ekliyor: “Ancak hem bilinç açısından hem algı açısından maalesef mesele sanki Kürt sorununda taraf oluyormuş algısını güçlendiriyor. Tabii bu durum devletin Kürtlere yönelik aşırı düşmanca tutumuyla karşılaşma ihtimali barındırdığı için insanların uzak durmasına neden olabiliyor.” Yoleri yaşanan sürecin ciddiyetine vurgu yapıyor: “2018 sürecini herkes hatırlamalı. Çok ağır sonuçları oldu. Şimdi yeniden ölüm orucu veya dönüşümsüz bir açlık grevine dönüşme ihtimali barındırıyor. Dolayısıyla böyle bir sürece evrilmeden meselenin çözüme kavuşturulması gerekiyor. Bizim baştan beri söylediğimiz şey şu: Eğer bir çaba harcayacaksak, bunun zamanı şimdi. İnsanlar ölmeye başladıktan sonra değil. Yine açlık grevleriyle beraber tartıştığımız ve açlık grevleriyle beraber rafa kaldırdığımız bir mesele olmamalı tecrit.”
‘Bunun hukukla ilgisi yok’
Müvekkilleriyle en son 7 Ağustos 2019’da bir görüşme sağlayan Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından İbrahim Bilmez de tecrit koşullarını “eşi benzeri görülmemiş bir uygulama” diye yorumluyor ve şöyle devam ediyor: “Düşünün 7-8 yıl neredeyse hiçbir avukat girmedi oraya. Hiçbir insan hakları savunucusu gidemedi. En sonunda insanlar 2018’de açlık grevi yaptı. Ve yüzlerce insan neredeyse ölüm sınırına yaklaşmıştı ki hükümet bu politikalarını gözden geçirmek zorunda kaldı. Ve o dönem Sayın Öcalan ile dört görüşme gerçekleşti. O dört görüşmenin sonuncusunun üzerinden iki yıla aşkın bir süre geçti neredeyse. Bunun hukukla izah edilebilecek hiçbir yanı yok.”
‘22 yılda kötüye gitti’
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının AİHM’in 3. maddesinin ihlali anlamına geldiğine vurgu yapan Bilmez, bunu ise şu sözlerle anlatıyor: “Bir insanı ölünceye kadar hiçbir umut olmadan dört duvar arasında tutmak işkence suçudur.” Bilmez de uluslararası kurumların sessizliğine vurgu yaparak şunları söylüyor: “Ne yazık ki uluslararası kurumlar bu konuda kısmen de olsa yetkisi olan kurumlar, CPT gibi meseleyi çözme konusunda yetersiz kalıyorlar. Dolayısıyla onların da en azından sessiz kalarak bu tecride onay verdiklerini söyleyebiliriz. Çünkü 22 yıldır devam ediyor ve 22 yıldır iyiye gideceğine kötüye gidiyor.”
‘Açlık grevi tepkidir’
Bilmez, müvekkili Öcalan’ın yaşanan sürece dair yorumunu ise şöyle aktarıyor: “Müvekkilimiz siyasi öngörüleri çok güçlü olan bir insan. Bunu devlet de çok iyi biliyor. Ve bu 15 Temmuz kalkışmasından çok daha önce bu uyarıyı ilk yapan kişiydi. Darbe mekaniği tabirini kullanan kendisiydi. Ve bu bazı kesilmelere biraz hayal ürünü gibi gelmişti. Ama çok kısa bir süre sonra bu ülke yaşadı bunu. Bugün de benzer bir süreç yaşıyoruz. Açlık grevcileri de bütün bunları görüyor. Bütün bunların Kürt meselesiyle, tecrit ile bağını görüyor. Ve bunlara bir tepki olarak aslında yapabilecekleri tek şeyi yapıyorlar, bedenlerini açlık grevine yatırıyorlar. Onların asıl amacı tecridin sona ermesi dolayısıyla Kürt meselesinin güvenlik politikaları ile çözülmeye çalışılmasından vazgeçilmesidir.”
‘İki hattın çatışması var İmralı’da’
HDP Mardin Milletvekili Pero Dundar ise tecridin uzun bir süreç olduğunu ve bu sistemin Öcalan’ı insanlardan izole etmek için özel olarak planlandığını belirtiyor ve ekliyor: “İmralı hem hukuken hem toplumsal olarak hem de Kürt hareketi açısından bir şantaj adasına dönüştürüldü. Ne zaman hesaplarına gelmezse tecridi, baskıyı ve hukuksuzluğu İmralı’dan başlatıyorlar.” Bu sisteme karşı verilen mücadeleyi ise şu sözlerle özetliyor: “Orada inşa edilen bir direniş hattı var Sayın Öcalan şahsında. İki hattın bir çatışması var orada; direniş hattıyla, teslimiyet hattının ve bunu kıramadıkları için farklı durumlar geliştirildi.”
‘Kürt sorunu cezaevinde’
Tecridin özünün 80’lerdeki süreç olduğuna vurgu yapan Dundar, meselenin sadece bir telefon görüşmesi ya da Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılması meselesi olmadığını vurguluyor ve şöyle devam ediyor: “Nasıl ki 80’lerde Kürt sorunu cezaevlerinde başladıysa bu süreçte Kürt sorununu cezaevlerinde bitirmek istiyorlar. O yüzden bu açlık grevi aslında iradeyi teslim alamazsınız, kıramazsınız demektir. Bu tamamıyla Kürt iradesi üzerindeki, toplum üzerindeki tecridi kaldırma arayışıdır. Peki, bu nasıl sağlanır? Sayın Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılarak, görüşmelerin gerçekleştirilmesi ile sağlanır.”
Kürt partilerinin rolü
Açlık grevlerinde gelinen noktaya da değinen Dundar, gündem olmamasını ise şu sözlerle anlatıyor: “İktidarın genel politikası açlık grevlerini gündeme almamadır, görünmez kılmadır. Çünkü orada yapılan eylemler ve direniş bu iktidarı en çok zorlayan alanlardır.” Dundar, yine tecritte ısrarın savaş politikalarında ısrar olduğunu, asıl anlaşılmak istenmeyenin de bu olduğunu belirtiyor. “Bu tecridin derinleşmesinde Kürt partilerinin de rolü var. Şu anda Güney’deki bu savaşın olmasında, nasıl ki KDP’nin rolü varsa, tecridin derinleşmesinde de bir yol verme pozisyonundadır. Savaşın kırılabilecek noktası tecridin kırılmasıdır. Sayın Öcalan’ın rolünü oynamasıdır” diye bitiriyor.
‘Hepimiz özeleştiri vermeliyiz’
Bugünkü açlık grevinin de böyle okunması gerektiğine vurgu yapan Dundar, “Bu açlık grevi aynı zamanda daha huzurlu, toplumsal barışın sağlanabileceği, savaşın bitmesi gerektiğinin, çeteleşmenin ortadan kaldırılması gerektiğinin, derin devletin ortadan kaldırılması gerektiğinin bir eylemi” diyor. Oluşan sessizliğe de vurgu yapan Dundar, “Herkes şöyle bakıyor zaten iyiler, nasılsa dönüşümlüdür. Oysaki öyle değil, bir gün dahi bile bir açlık grevi bir bedeni iflas ettirebilir. Açlık grevinin çok uzun süreyle bağlantısı yok, çünkü insani olarak, siyasi olarak baktığında da yeterince bu açlık grevinin etrafında gündem oluşturup bir örgütlenme oluşturma konusunda hepimizin özeleştirisidir oluşan durum” diyor.
‘Meselenin özüne inilmeli’
“200 gün bir açlık grevi var ve bir şey olmamış gibi herkes hayatını sürdürebiliyor. Belki hani eylemler etkinlikler oluyor ama bu yetmiyor ki; hukukçular bunun için diyemez ki valla tecrit içindir ya da Kürt tutsaklarıdırlar, onlar Sayın Öcalan için girmişler. Kimse böyle bakamaz. Bu tamamıyla toplum içindir” diyen Dundar, siyaset alanında yapılması gerekeni ise şöyle anlatıyor: “Siyasetçilerin parlamentoyu göreve çağırması gerekiyor. Ve parlamentonun da bir an önce Adalet Bakanı’ndan tutalım herkesi göreve çağırıp bu sorunu çözmesi gerekiyor. Bu Öcalan’ın sorunu değil yalnızca kişiye göre bir kural, kaide koyamaz.” Dundar, Meclis için, “Tüm cezaevlerine gidip ne için açlık grevine girdin diye sormalıdır. Mesela açlık grevine girenlere dava açıyor, infazlarını yakıyor, disiplin cezaları deniliyor, aileyle görüştürülmüyor. Oysa bunlarla uğraşılacağına, taleplerin özü dinlenmelidir. Bunun ilk şartı da Sayın Öcalan’la görüşülmesidir. İnsan hayatıdır söz konusu olan ve yokmuş gibi yaklaşınca yok olmuyor” diyor.
‘Sessizliği yırtın, bize ses verin’
Açlık grevinden olan gruplardan Tekirdağ cezaevindeki tutuklular aileleri aracılığı ile şu mesajı veriyor: “İmralı Hapishanesi’nde Sayın Öcalan’a uygulanan insanlık dışı tecrit sonlandırılıncaya ve hapishanelerindeki hak ihlallerine son verilinceye kadar eylemimiz sürecek. Tecrit ve hukuksuzluk tüm toplumun sorunu ve Kürt sorununun çözümsüz bırakılması anlamına geliyor. Barış isteyen herkes ses çıkarmalı. Bu konuda irademiz ve kararlılığımız var. Tüm yurtsever Kürt halkını, dostlarını ve demokratik çevreleri bize destek vermeye, demokratik tepkilerini ortaya koyarak var olan sessizliği yırtmaya çağırıyoruz.”