KESK Eşbaşkanı Mehmet Bozgeyik ile savaş politikasının emek cephesine yansımalarını ve çıkış yollarını konuştuk
Mehmet Ali Çelebi
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), 1960’ların mücadele birikimiyle 1995’te kuruldu. Kamuda sendikalaşmanın yasak olduğu yıllarda meşruiyet temelinde fiili örgütlenmeler gerçekleştirdi. Cinayetlerle, gözaltılarla, davalarla karşılaştı. Kamuda sendikalaşma ve toplu sözleşme hakkı elde edildi ancak grev hakkı mücadelesi sürüyor. KESK 24-25 Haziran 2021’de 10. Genel Kurulu’nu gerçekleştirecek. Eğitim Sen’deki aktif dönemi sonrası 2017’den beri KESK Eşbaşkanı olan Mehmet Bozgeyik ile eko-politik sarsıntıları ve çıkış yollarını konuştuk.
KESK’in kuruluş dönemi sancılı geçiyor. Kamuda sendikalaşma ciddi protestolar, gözaltılar, ölümler sonrası gerçekleşebiliyor. 1995’lerden 2021’e KESK’in örgütlenme profilindeki kritik dönemeçleri sorarak başlamak istiyorum.
‘61 Anayasası’yla birlikte sendikal örgütlenme özgürlüğü, siyaset yapma özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılmasıyla birlikte çok yoğun örgütlenme süreci başladı.
Türkiye İşçi Partisi’nin örgütlenmesi, öğretmen hareketi açısından TÖS’ün örgütlenme süreci açısından değerlendirdiğimizde nicel ve nitel anlamda çok büyük kamu emekçileri hareketi oluştu. Dünyada ‘68 öğrenci hareketi, sistem dışı hareketlerin yükselmesi, sosyalizm mücadelesi vardı. ‘71’deki askeri darbeyle birlikte sendika kurucuları, yöneticileri, mal varlıkları ceberut devletin yoğun baskısıyla karşılaştı.
TÖB-DER’in kuruluş süreci var. O dönem Kürt özgürlük hareketinin mücadelesi ve dernek örgütlenmeleri gelişti.
12 Eylül askeri faşist darbesiyle Türkiye’de sendikal örgütlenme mücadelesi, demokratik mücadele kesintiyle karşı karşıya kaldı. 89’da eski TÖS ve TÖB-DER öğretmen arkadaşlarımızın EĞİT-DER çatısı altında bir araya gelme mücadeleleri ve ‘89’da EĞİT-DER’in kurulması gerçekleşiyor. 1990’da EĞİT-SEN ve EĞİTİM-İŞ süreci gelişti. Anayasadan kaynaklı yasaklara karşı fiili meşru mücadele yürütüldü.
Yoğun baskı süreçleri yaşandı, sendikalara mühürler vuruldu, fiili mücadele ile mühürler söküldü. Bir fiili zemin oluştu. SHP iktidarı döneminde de Başbakanlık genelgesiyle sendikal örgütlenme önündeki baskıcı yönelimler kısmen ortadan kalktı.
Özellikle ‘95’te KESK’in kuruluşundan 2000 yıllar arasına baktığımızda o dönem Kürdistan’da Hizbi-kontra örgütü gelişti. Sendikacı arkadaşlarımıza, kurucu arkadaşlarımıza, yöneticilerimize yönelik yoğun katliamlar yaşandı, faili meçhul olarak ifade edildi. Kürdistan’da, İzmir’de, Çankırı’da katledildiler, Türkiye’nin değişik yerlerinde bölgeden sürgüne gönderilen arkadaşlarımız katledildi. Bunların sorumluları yargılanmış değil.
O dönem açısından önceliğimiz özellikle anayasanın değiştirilmesi ve sendika önündeki yasakların kaldırılmasıydı. ‘Toplu Sözleşme Yasası’, ‘Grev Hakkı’nın öne çıkarılmasıydı. Kürt sorunundan kaynaklı savaş politikalarının yoğun yaşandığı bir dönem olduğu için aynı zamanda savaşa karşı barış mücadelesi de güçlü şekilde oldu. Sendikal hareketin en diri olduğu, mitinglerin, konferansların, sempozyumların yapıldığı bir dönem olarak ifade edebiliriz.
2000’li yıllardan sonra Anayasa’nın değiştirilmesi, 4688 sayılı yasanın çıkarılmasıyla birlikte sendikalar önünde iç hukuktaki yasaklar ortadan kalktı. Ancak ‘Grev Hakkı’ hâlâ eksik. Toplu sözleşme konusunda uluslararası normların çok gerisinde sendika yasasıyla karşı karşıyayız.
Konfederasyonun kuruluş döneminde hareketlilik ve üye sayısı fazlayken 2002’de AKP dönemi başlıyor. Sendikal mücadelenin karakteri ne yönde değişti? Üye sayısı neden azaldı? 2021 itibariyle sendikal hattaki durum nasıl tanımlanabilir?
AKP’nin iktidar olmasıyla özellikle kamuda kadrolaşma faaliyetleri oldu, kamuda ilk işe alımda niteliksizlik, liyakatsiz kadrolar çıktı. Muhalif olan sendikacılar üzerinde, üyelerimiz üzerinde baskı yaşandı. İstifa ettirme, kendisine yakın sendikalara üye yapma çok yoğun olarak yaşandı. Örneğin şu an AKP’nin bir parti kolu olarak çalışan MEMUR-SEN 2002 yılında 14-15 bin üyesi olan bir konfederasyon, şu an 1 milyonu aşan üyeli.
Son dönemlerde oluşturmuş oldukları güvenlik soruşturması, arşiv kaydı, 15 Temmuz’dan sonra geliştirmiş oldukları ihraç politikaları kamuda yoğun olarak tasfiye getirdi. 130 bine yakın kamu emekçisinin işten çıkarılmasıyla birlikte onların yerine kendi parti teşkilatları aracılığıyla kamuda istihdam edilenler oldu.
Kamuda tamamen bir tasfiye ve kadrolaşma hareketinin 2002 yılından 2021 yılına kadar belli bir strateji çerçevesinde yürütüldüğünü ifade edebilirim.
AKP’nin geliştirmiş olduğu baskı politikaları nicel anlamda gerilememize neden oldu. Nicel düşüş baskı politikaları, faşizan uygulamalar, işten çıkarmalar, sürgün etmeler, işyerinde terfi ettirmeme, zorla üye yaptırmadan kaynaklı.
10 milyonu aşmış işsiz sayısından bahsediliyor. Ekonomik sıkıntılar nedeniyle intiharlar arttı. Pazarlarda ve marketlere yakın çöp konteynırlarında artık çürük sebze-meyve toplayanlar arttı. İktidar zor durumda kalmışken içeriden biri olan Sedat Peker’in mafya-devlet-tarikat-medya ilişkilerini deşifre eden videoları eklendi. Her şey negatifken muhalif hatta durgunluk olduğu, sadece tespitte kalındığı tartışmaları yapılıyor…
Sonuçta bu kadar kirli ilişkiler var, iktidarın yönetememe krizi var. Muhalefetin de yönetememe krizi var. Bekle-gör politikasıyla doğru bir yere mücadeleyi evriltmemiz mümkün değil. ‘AKP kendi içerisinde çatırdayacak, ayrışacak’ diye bekle-gör politikası var. Yorum yaparak süreci geçiren bir toplumsal muhalefet ile karşı karşıyayız. Biz kamu emekçileri, sendikaları olarak bekle-gör politikalarını doğru bulmuyoruz. Tabii ki süreci kendiliğinden diyalektik bütüncül yaklaşımla ele aldığımızda bir yere evrilecektir. Ancak bizim istediğimiz bir yere evrilmeyeceği de çok açık. Bu sürece bir iradi bir müdahale gerekiyor.
Sedat Peker’in ifşaatları Kuzey Kıbrıs’tan tutun Türkiye’deki birçok katliamla ilgili. Demokratik bir Türkiye için asgari müştereklerde bir araya gelerek bu kirli ilişkilerin üzerine gitmeliyiz. Sorumluluğu olanların yargı önüne çıkartılması gerekir. Bir psikolojik özel savaşla da karşı karşıyayız, medya tamamen sarayın denetimine girdi. Muhalefeti, Meclis’te grubu bulunan siyasi partileri, emek, meslek örgütlerini kriminalize etmeye çalışan politikalar görüyoruz. HDP’ye açılan kapatma davası var. İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçilmiş, kadın cinayetlerinin, kadına yönelik şiddetin giderek arttığını görüyoruz. Türkiye’nin yaşanabilir olması için bu iktidardan kurtulmasının tek yolu hep birlikte ortak mücadele etmemiz. Biz KESK olarak çağrımızı yeniliyoruz: Ortak mücadele noktasında payımıza düşen ne varsa onu yerine getireceğimizi ifade ediyoruz.
Açığa çıkan mafya-siyaset-tarikat-cemaat ilişkilerini ve ‘90’lı yıllardan bu yana yaşanan katliamlar, baskılar, soykırım süreçlerini değerlendirdiğimizde, demokrasi, eşitlik, özgürlük, adalet talebiyle, savaşa karşı barış talebiyle asgari müştereklerde tüm muhalif kesimlerin bu iktidar blokuna karşı ortak bir mücadele yürütmesi gerekiyor.
AKP iktidar bloku süreci yönetemiyor, çöküş sürecine girdi. Ancak bu çöküş sürecini hızlandırmak açısından içerisinde bulunduğumuz krizi yönetememe halimizin ortadan kaldırılması gerekiyor.
Hem Ortadoğu’da hem Türkiye’de savaş politikalarına, Kürt sorunundaki çözümsüzlük politikalarına karşı ortak birleşik mücadele hattı yürütülmesi gerekiyor.
Türkiye’de özellikle seküler yaşama, yaşam biçimlerine dönük çok yoğun baskı politikaları var. Bunlara karşı da ortak bir mücadele gerekir. Mafya-tarikat-siyaset üçgeninde ortaya çıkan kirli çamaşırlar ancak bir mücadele ile ortadan kaldırılabilecek.
Tabii özellikle Kürt sorunu demokratik ve barışçıl bir yöntemle çözülmediği sürece var olan baskı politikaları, şiddet politikaları, çözümsüzlük politikaları, ekonomik kriz, yoksulluk, işten çıkarmalar, sürgün etmeler, zorla rıza üretme politikaları devam edecektir. Tek çaremiz birlikte ortak mücadele. Birleşerek ortak mücadele yürütmek gerekiyor.
Türkiye halkları son yerel seçimlerde bunun örneğini verdi. Demokratik yollardan bu iktidarın güçten düşürülmesine ilişkin tüm olanakları seferber etmek gerekiyor. Bizim bundan başka şansımız yok.
Siz Kuzey Kıbrıs’ı hatırlatmışken Peker’in ifşaatlarında 1996’da gazeteci Kutlu Adalı’nın öldürülmesi de var. Daha önce de Kıbrıs’ta cinayetler oluyor, sendikacılar, gazeteciler, avukatlar öldürülüyor. Türkiye’nin dış politikası, Libya, Suriye, Irak, Kıbrıs, Doğu Akdeniz politikasının sendikal harekete, emekçilere yansıması hangi boyutlarda? Ve bu konuda ne yapmalı?
Siyasal kriz, ekonomik kriz, toplumsal kriz, ekolojik kriz, kadın krizi gibi çoklu krizlerle karşı karşıyayız. AKP’nin dış politikası yayılmacı emperyalist strateji hedefliyor. Yeni-Osmanlıcı, Türk-İslam sentezli bir politika. Osmanlı’nın kaybettiği toprakların yeniden yayılmacı politika ile işgal edilmesi, ilhak edilmesi üzerine kurulan bir politika. Suriye’de, Irak’ta, Kafkaslarda, Azerbaycan-Ermenistan sorunu üzerinden kendisine pay çıkardığını, Libya’dan Afrika’ya kadar uzanan yayılmacı bir politika izlediğini ifade edebiliriz.
Yayılmacı savaş politikaları gerici, katliamcı IŞİD gibi, El Nusra gibi çeteler aracılığıyla vekalet savaşlarıyla yürütülmüş. Güvenlikçi politikalarla askeri harcamaların, savaş politikalarının yoğun bir bütçe ile finanse edildiğini görüyoruz. Bütçenin büyük bir bölümünün bu politikalara ayrılması emekçilerin, asgari ücretle çalışan işçilerin yoksulluk sınırında ücret almaları, çiftçilerin yeterince devletten destek alamaması gibi çok yoğun sorunları ortaya çıkarıyor.
Yoksulluk, işsizlik savaş politikalarının temel sonucu. Bunun da ortadan kalkabilmesi için bölgemizde ve ülkemizde barış politikalarının egemen olması gerekiyor. Sorunlarımızın müzakereyle, demokratik yöntemlerle, demokratik parlamenter sistem içerisinde işin muhatapları ve taraflarıyla görüşerek çözülmesi gerekiyor. Türkiye güvenlikçi savaş politikalarından vazgeçmediği sürece birçok kaynak bu politikalara ayrılacak. Emekçiler ve Türkiye halklarının milli gelirden almış oldukları pay giderek azalacak. Her geçen gün daha fazla yoksullaşma süreciyle karşı karşıya kalacağız.
İşsizlik rakamlarına baktığımızda Türkiye’de 10 milyonu aşan işsiz var. Yine 10 milyonun üzerinde emekçi asgari ücretle yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Sadece pandemi döneminde 5 milyona yakın esnaf, sanatçı işini kaybetti.
AKP’nin baskı, savaş, yoksulluk, doğanın talan edilmesi, taş ocakları açma politikalarına, yeraltı ve yerüstü kaynaklarımızın çeşitli sermaye gruplarına peşkeş çekilmesine, gıda krizi yaratan politikalara, suyumuzun kirletilmesine, iklim krizi yaratan politikalarına itiraz edelim.
Kontrgerillayı açığa çıkarmak
KESK ile Kuzey Kıbrıs sendikaları arasında herhangi ortak çalışma var mı?
Hem oradaki konfederasyonlar ile hem eğitim hem sağlık alanında örgütlü sendikalarla yoğun ilişkileriniz var. Ortak çalışmalarımız var. Özellikle Kıbrıs’ın da demokratikleştirilmesi, birleşik bir Kıbrıs’ın demokratik bir Kıbrıs’ın yaratılması, ayrımcı politikaların ortadan kaldırılması noktasında. Kutlu Adalı cinayeti var. En son bir rapor basına yansıdı, 2020’de Kuzey Kıbrıs’ta yapılan seçimlere AKP iktidarının müdahale etmesi var. Bu aslında uluslararası bir suç. Anayasal suç. Kıbrıs’taki Kutlu Adalı cinayetinde görüyoruz kontrgerillayı. Türkiye’de Musa Anter’in öldürülmesi, Bahriye Üçok’un öldürülmesi, bizim üyelerimiz İkram Mihyaz, Necati Aydın’ın öldürülmesi, yine birçok kamu emekçisinin katledilmesi, Hizbul-kontranın yaptığı katliamlar var. Bunların açığa çıkarılması gerekiyor. Gerçekten bağımsız bir yargıya ihtiyacımız var. Bu tarihsel bir sorumluluk. Bunu yerine getirmeyenler gelecek kuşaklar açısından çok iyi anılmayacak.