Sıcak bir yaz günüydü; 11. meridyen kan ve barut kokusu ile doldu o gün… Gökten yağmur gibi kurşun yağıyor ve gençler bir bir düşüyordu toprağa
Reyhan Hacıoğlu
Günlerdir konuşuluyordu. Herkes evlere gidip geliyordu. Bir şey yapılmalıydı ama ne? Ortalık adeta kopacak fırtınanın sessizliği ile çığlık çığlığa. Mevsim yazdı ve hasat zamanıydı. Yazlar bu coğrafyada kısa ve sert, kışlar ise uzun ve işkencelidir. Burada uzun süredir evler basılır, “babalar ve abiler” gözaltına alınır, yer göstermeyen köylüler varsa köyün ortasında “ibret olsun” diye ölesiye dövülürdü. Buralarda askeri araçlara Cemse derler, bir gelirlerdi ki yer gök onlarla dolardı ve daha ilk andan gökyüzü zulüm kokardı. Onlar gelince çocuklar ortadan kaybolur. Köpekler susar, ki susmazlarsa vurulurlardı.
Her an elleri ve gözleri arkadan bağlı birileri yaka paça, ite kaka sokaktan geçirtilir ve il tugay komutanlığının bodrum katında bulunan ve kapısında “Allah yok, Peygamber izne çıkmış” yazılı işkence koğuşlarına doğru yola çıkartılırdı. Basılan evlerde beşikler tekmelenir, erzaklar dökülür, kadınlara silah doğrultulurdu. Faili meçhullü yıllardı… Konuşan ya kayboluyor ya diri diri yakılıyor ya da asit kuyularına atılıyordu. Adı yasaklı bir coğrafyanın her yeri göz göre göre kanıyordu. Tarih 14 Ağustos 1993’ü gösterdiğinde ise sıra 11. meridyendeydi…
Onurlu bir direniş tarihi
Kars şehir merkezine 41 kilometrede Digor. Aslında Ermenilerden kalmış kadim bir hatıradır, o yüzden Tekor’dur bir diğer adı. Belki de Farsça anlamı olan iki mezar arasıdır, ve en çok bu yakışır sanki; iki halka mezar olmuş ismiyle müsemma kadim bir toprak. Devletin sürgün yeridir Digor. Uzun süredir yaşananlara direnenlerin dağlara yönünü dönmüş bir ilçedir Digor. İşte bu yüzden ivedilikle terbiye edilmesi gereken bir coğrafya oluyordu haliyle.
Herkes biliyordu aslında
Ve böylece gelinen süreçte gıda ambargosuna, koruculuk dayatmasını karşı 14 Ağustos sabahı her köyden araçlar dolusu insan “EDÎ BES E” (Artık Yeter) demek için ilçeye yürüme kararı aldı. Babam da o gün gidenlerdendi bir dolu insanla. Saatler geçiyor hiçbir haber gelmiyordu. Köye bir sessizlik çökmüş, kadınlar kapı önlerinde elleri bağlı bekliyordu. Havanın sıcaklığından mı yoksa olacakları bilir gibi oyun bile oynamıyordu çocuklar. Kendi çocukluğumun da en karanlık günlerinden olacaktı o gün.
Bir süre sonra silah sesleri gelmeye başladı. Kadınların sessiz bekleyişi acı dolu ve yürekleri parçalayan birer ağıda dönüşüyordu. Cep telefonları yoktu ama tahmin etmek zor değildi. Devlet: bir halka istediklerini yapmadıkları için cehennem sıcağında kan kusturuyordu: “Ya bu deveyi güdeceksiniz ya da bu diyarda öleceksiniz” diyordu… Gözler ilçe tarafına çevrili, eller yürekte, ağıtlar yeri göğü inletiyordu. Sonra bir traktör göründü tepede, herkes bir haber almak için traktöre koşuyor, her koşan ağıtlarla yere düşüyordu. “Başköy ve Zıbini ( Varlı) tarafından, tepeden ateş açtılar, o köylerden gelen kimse kalmadı. Herkesi vurdular… Diğer köylerden oraya ulaşmak isteyenlere de ateş açıldı, kimse giremiyor o tarafa. Önce sesler, çığlıklar geldi. Sonra bütün sesler kesildi. Köyün yaşlıları ve kadınları askerlerle kavga etti gitmek için ama sizi de tararız dediler…” Kesik kesik ama tam olarak köye ulaşan bilgiler bunlardı. Artık herkes evine gelecek ölüsünü bekliyordu.
Yer gök kurşun sesleri
Akşama doğru gidenler geliyordu ama eksik, bir hayli eksik. Kimi çevre köylerden ölü ve yaralılara yardım için dolanıyormuş, ama ulaşmak mümkün değilmiş. Ölenler var ve sayıları bilinmiyor, yaralılar ise bekletiliyormuş. Ve muhtara gelen telefonla biz de payımızı alıyorduk bu katliamdan. Babam 4 gün sonra düğünü olacak ve aşağı köye düğün davetiyelerini dağıtmak için giden ve orda da vurulan kardeşi için dedeme ulaşmaya çalışıyordu çevredeki tüm köylerin muhtarlarını arayarak. Komşumuz o anı anlatıyordu: “Kalabalık bir kitle görünüyordu ve türküler-zılgıtlar eşliğinde yürüyorlardı. Birden yer gök kurşun doldu. Gençler düştü, çocuklar düştü… Çığlıklar yükseldi. Ellerimi kaldırdım buradaysan yardım et dedim Allah’a. İşte o zaman anladım, O da bizi bunlara bırakmış meğer katledilmemiz için. Her taraf kan gölüne döndü adeta. Hava sıcaktı, barut ve kan kokusu kapladı her yeri. Gözlerimizin önünde taradılar herkesi…” Bu sözleri hala taşırım aklımda, çünkü Adile teyze tam olarak böyle anlattı o sahneyi. Ve daha neler anlatıldı sonradan; Bir çocuk varmış, zafer işareti yapınca elinden vurmuşlar, o da diğer elini kaldırmış o eli de vurmuşlar ve son çaba ile slogan atınca bu kez kafasına nişan almışlar sloganı daha bitmeden…
17 ölü, yüzlerce yaralı
Babaannem kendini parçalamıştı resmen, gözlerinde yaş kalmamıştı, bizdeki ölen gençse hele kadınlar yüzlerini parçalar acıdan. Gece yarısı babam aradı. Amcamı bulmuşlar ama Kars yolunu kapattıkları için çevre köylerden Erzurum’a götüreceklermiş. Durumu nasıl diyenlere: “Birina wi kure (Yarası derin)” diyordu.
Tam dört kuşunla vurmuşlar meğer ve meğer çok kan kaybetmiş diğer yaralılara yardım ettiği için, meğer traktör kasasında taşlara çarpa çarpa, ve dedemin dizinde saatler süren yolculukta gittiklerinden geriye yapılacak çok bir şey kalmamış. Vurulduğunda henüz 22 yaşındaydı ve tamı tamına 22 gün direndi ama… Resmi kayıtlara göre 5’i çocuk olmak üzere o gün 17 kişi katledildi. 63 kişi yaralandı. Oysa herkes, hepimiz yüzlerce yaralı olduğuna ve o gün kurşunla yaralananların nasıl kısa süre içinde öldüklerine tanık olduk geçen zaman içinde.
Öldürdüklerine inanmadılar!
Davalar açıldı, davalar kapandı, katiller korundu, beraat etti. Ve Kürdün öldüğü yetmiyormuş gibi öldüğünü de kanıtlaması istendi. Mezarları açılması istenen birkaç kişiden biriydi amcam da. Gençti ve “ölmemiştir o dağa gitmiştir”di devlete göre. Babaannemin “Oğlumu bari mezarda rahat bırakın” çığlıkları arasında açtılar mezarını, aldılar kemiklerini. Bir daha vermemek üzere.
‘Yaralılar panzere bağlandı’
O sürecin tanığı ve belki duyulması için en çok mücadele edenlerdendi avukat Mahmut Alınak. Geçen yıl MA’dan Dindar Karataş’a söylediği şu sözler yaşananları anlatmaya yetiyor: “Digor’dan köylere hareket edeceğimiz sırada bir özel tim, ‘Daha çok Fatiha okuyacaksınız. Gerekirse Meclis’i basar, Meclis’ten kellenizi alırız’ diyerek, bizi tehdit etti. Bazı yaralılar, özel timlerin olaydan sonra dipçiklerle kendilerini öldürmeye kalkıştıklarını, ancak jandarma yüzbaşısı ile kaymakamın müdahalesiyle öldürülmekten kurtulduklarını söylediler. Bazı yaralılar cezaevine atılma endişesiyle hastanelere başvurmamış, evlerinde tedavi olmaya çalışmışlardı. Birçok ölü ve yaralı ibret olsun diye ayaklarından panzere bağlanıp yerde sürüklenerek şehre getirilmişlerdi. Yürüyüşe katılan ve katliamı sıcağı sıcağına yaşayanlar plânlı bir katliam ile karşı karşıya kaldıklarına dikkat çekiyorlardı.”
Tek tek beraat ettiler
Yaşanan katliamın ardından yürütülen soruşturmada sadece 8 polis sorumlu bulundu. Yıllar sonra bu polisler hakkında “Kasten insan öldürmek” ve “Kasten insan öldürmeye teşebbüs etmek” suçlamasıyla dava açıldı. 11 yıl süren yargılamada mahkemeden bir karar çıkmaması üzerine Tahir Elçi ile birlikte birçok avukat, 2004’te “Uzun yargılama”, “Etkin soruşturma yürütülmemesi” ve “Yaşam hakkı ihlali” gerekçesiyle davayı doğrudan AİHM’e taşıdı. AİHM’de davanın kabul edilmesi üzerine Türkiye 2006’da davayı karara bağlayarak bir devlet geleneği olarak 8 polisi “Meşru müdafaa” gerekçesiyle beraat ettirdi. Yine katliam sonrası yapılan araştırmada olay yerinde roketatar saldırısı olduğuna dair hiçbir delil bulunamazken, AİHM 2. Dairesi, Türkiye’yi maddi manevi tazminata mahkûm etti. Katliamdan yıllar sonra aynı katiller bu kez 2015 ile başlayan süreçte Kürt kentlerini yerle bir edenlerden Yüksekova’da halka; “Biz Digor’da yarım bıraktığımızı tamamlamaya geldik” diyecek ve katliam “deneyimleri” ile övünecekti.
Tutanaklara yansıyan yalanlar!
Söz konusu birkaç Kürdün ölümü olunca devletin resmi kayıtlarına her zamanki gibi devletin itibarı ve bekası düşünülmüş olacak ki 15 Ağustos için yapılan yürüyüş diye geçerken, tutanaklarda çatışmanın kitle içindeki PKK’liler tarafından başlatıldığı, polis ve jandarmanın ise kendini korumak için havaya ateş açtığı, nasıl olduysa 17 kişinin o sırada öldüğü ve 63 kişinin de yaralandığı olarak geçti. Yine alanda yapılan taramalarda ise Türkiye’nin o süreçte sorunlu olduğu kim varsa o ülkelerin yapımı mühimmat ele geçirilmişti güya. Hangi ülke yoktu ki; ABD’si, Rusya’sı, Macaristan ve Bulgaristan’ı. Meğer köylüler cephanelik taşıyarak eyleme gelmiş ancak ne hikmetse olayda herhangi bir PKK’li ölmediği gibi sağ da ele geçirilmemişti.
Bütün ‘düşmanlar’ toplanmış!
Tutanakta ise şu bilgiler yer alacaktı: “Olay tarihinden önce PKK terör örgütü mensuplarının dağıttıkları bildiri ile 14 Ağustos 1993 tarihinde yapılacak sözde ‘Ağustos Zafer Yürüyüşüne’ kadın erkek ayrımı olmadan katılmaları konusunda halka baskı yapmaları sonucunda olay günü Derinöz köyü yolunda yaklaşık 1000 kişilik ve Kars Digor Karayolu Su Deposu Girişi Mevkii’nde yaklaşık 100 kişilik grubun güvenlik görevlilerince yapılan uyarılar üzerine olaysız bir şekilde geri gönderildikleri, ancak Iğdır Kars Karayolu halk arasında Petrol Ofisi Mevki olarak bilinen yerde saat 08:30’dan itibaren değişik köylerden konvoy halinde gelen kalabalık grupların güvenlik kontrol noktasına yaklaşık 20 km uzaklıkta Varlı köyü yol ayrımında toplanmaya başladıkları, araç konvoyunu oluşturan yaklaşık 2500-3000 kişinin Iğdır-Kars Devlet Karayolunu kapatarak Digor ilçesi istikametine ilerlediklerinin görülmesi üzerine megafonla ilçeye giriş ve çıkışın yasak olduğu ve şehirlerarası yolu kapatmamaları gerektiği konularında defalarca yapılan uyarılara kayıtsız kalındığı, terör örgütünün sözde bayrağı ile flama ve bayrak açtıkları güvenlik güçlerinin uyarılarını araçların klaksonlarını çalarak bastırdıkları, PKK terör örgütünün dağ kadrosu militanlarının ellerinde uzun namlulu silahlar bulunduğu halde slogan atarak ilerlemeye devam ettikleri, megafonla yapılan uyarıların sonuç vermediği görülmüş, kalabalık içinden güvenlik güçlerinin üzerine uzun namlulu silahlarla ateş açıldığı, bunun üzerine güvenlik görevlisi sanıklarca havaya uyarı ateşi açılması sırasında kalabalık içinden ve civar tepelerden uzun namlulu silahlar, lav silahı ve roketatarlarla güvenlik güçleri üzerine yoğun bir şekilde ateş edilmeye başlandığı, bir güvenlik görevlisinin üzerindeki silaha ait şarjörün isabet alarak parçalandığı, güvenlik görevlisi olan sanıkların ise kendi güvenliklerini sağlamak maksadıyla silahlarıyla havaya ateş ettikleri, bilahare güvenlik güçlerinin bölgeye hakim oldukları, olayda grup içerisinde bulunan ve isabet alan 17 kişinin hayatını kaybettiği, 63 kişinin ise yaralandığı, olay bölgesinde gruplar dağıtıldıktan sonra yapılan arazi aramasında 1 adet ABD yapımı lav silahı, 1 adet Macaristan yapımı kalashnikov marka sabit dipçikli otomatik tüfek, 1 adet Bulgaristan yapımı kalashnikov marka açılır kapanır dipçikli otomatik tüfek, bu silahlara ait iki ateş şarjör, 1 adet RPG roketatar fişeği parçası, 3 adet Rus yapımı parça tesirli savunma tipi patlamamış el bombası…” Yine tutanağa göre yerde toplanan boş kovanlar ise birçok yaralama ve katliamda kullanılan silahlardan çıkmıştı.
‘’