Polen Ekoloji aktivisti Onur Yılmaz’la yangınları, rant planlarını ve Turizm Teşvik Kanunu’nda yapılan değişiklikleri konuştuk
Miheme Porgebol
Son haftalarda Türkiye ve Kürt coğrafyasını kasıp kavuran, küresel ısınmaya bağlı gelişen orman yangınları devletin bu konudaki duyarsızlığını bir kez daha gözler önüne serdi. Devlet yetkilileri yangınlara dönük sorumsuz yaklaşımlarıyla doğal mekanların tahribatı ve halkın güvenliğine karşı umursamazlıklarını bir kez daha gösterdi. Tüm bunlar yaşanırken bir yandan da gözler 28 Temmuz’da Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Turizm Teşvik Kanunu’ndaki düzenlemelere çevrildi. İlk olarak 1982 yılında kanun olarak yürürlüğe giren Turizm Teşvik Kanunu’nda yapılan değişiklikler 6 Nisan’da Meclis Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu’ndan geçmişti. Değişiklikler 18 Temmuz’da da Meclis Genel Kurulu’ndan 284 kabul, 50 ret oyuyla geçerken özellikle muhalefet milletvekillerinin Meclis’te olmayışı büyük tepki çekmişti. Yangınları, küresel ısınmayı, rant planlarını, Turizm Teşvik Kanunu’nda yapılan değişiklikleri ve arka planını Polen Ekoloji aktivisti Onur Yılmaz ile konuştuk.
Turizm Teşvik Kanunu nedir ve yapılan değişiklikle ilgili bilgi verebilir misiniz? Değişiklik ne zaman yapıldı, neye dayanarak yapıldı, neden böyle bir ihtiyaç görüldü?
Çünkü iktidar salgın ve ekonomik kriz dolayısıyla daralan turizmi canlandırmak için adımlar atmak istedi. Bakanlığı süper yetkilerle donatarak adeta turizmcilere hem havucu hem sopayı gösterdi. Öte yandan iklim krizinin artık turizmi de etkileyecek noktaya gelmesi, son aylardaki kuraklığın bu tür mega-yangınlara neden olacağının görülmesiyle önden bir tür yol temizliği yapılmış oldu.
Elbette Türkiye turizmi deyince akla doğa tahribatı geliyor. Kıyı Kanunu’nun ihlali, ormanların oteller tarafından işgali, yaylaların asfalta betona gömülmesi, golf sahası gibi ekosisteme uygun olmayan su ve enerji yoğun faaliyetlerin yürütülmesi, otellerdeki gıda ve kaynak israfı, turizm şirketi sahiplerine yoğun tahribata rağmen denetimsizlik ve muafiyetler sağlanması, sektörde çalışan işçilerin ağır emek sömürüsü geliyor. Turizm yaklaşık 2 milyon insan istihdam ediyor, ülkeye yılda yaklaşık 40 milyon turist ve 35 milyar dolar döviz giriyordu. Ancak tüm bunlar özellikle önce 2015’ten sonra yükselen savaş koşulları sonucu kentlerde patlayan bombalarla, daha sonra ülkedeki kalan özgürlüklerin tırpanlanmasıyla ve en son da Covid-19 salgınıyla büyük darbe aldı ve sektör ciddi şekilde daraldı.
Salgın döneminde bakanın “turistlerin göreceği hiçbir aşısız insan kalmayacak” gafı, THY’nin “gülümseyin, aşılıyım” yazılı maskeleri bu sektörün yalnızca dövize odaklı asalak yanını yeniden hatırlattı. Dahası, Marmaris’teki marinayı işleten kontrgerilla şefleri ve buralardaki uyuşturucu ticareti, Sezgin Baran Korkmaz’ın “çöktüğü” oteller, Turizm Bakanı’nın aynı zamanda ETS Tur’un sahibi olan bir kapitalist olması ile aslında kirli ilişkilerin döndüğü bir sektör olduğu da bir kez daha görüldü. En son örnek de yine Akdeniz ve Ege kıyılarını saran yangınlarda söndürme konusundaki yetersizlik bariz bir şekilde ortaya çıkarken kimi yerlerde yanan alanların turizme açılabileceğini mealen “Anayasanın 169. maddesinin istisnaları var ve yanan alanlar farklı şekilde kullanılabilir” diye itiraf eden bakanın ağzından gördük. İtfaiye ekiplerinin kimi yerlerde önceliğinin ormanın yanmasını engellemek değil, kıyıdaki önemli otelleri korumak olduğu görüldü.
Turizm Teşvik Kanunu’ndaki değişiklik neleri kapsıyor? Ne amaçlıyor? Bu değişikliği nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kanundaki değişikliklere göre Kültür ve Turizm Bakanlığınca uygun görülen kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri veya turizm merkezlerinde, özel sektör katılımıyla “turizm hizmetleri yönetim birlikleri” kurulacak. Buradaki özel sektörün başta Turizm Bakanı’nın şirketi ETS Tur ve diğer hükümete yakın turizmciler olduğunu söyleyebiliriz. Yani, turizm alanlarını genişleterek yeni rant paylaşımı yaratmak.
Yeni alanların dışında cumhurbaşkanının kabul ettiği turizm yatırımlarına, kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri için belirlenen istisna, muafiyet ve teşvik hükümleri, turizm merkezleri hakkında da uygulanacak. Bu hükümlerden yararlanmak için bakanlıktan turizm yatırımı belgesi veya turizm işletmesi belgesi alınması zorunluluğu getirilecek. Değişiklik bu belgelerin ve turizm işletmelerinin prosedürlerini ve yasal sürelerini de içeriyor.
Belirtilen süreler içinde turizm işletmesi belgesi alamayan konaklama ve plaj işletmeleri, işletmeye açılamayacak ve faaliyette bulunamayacak. Örneğin daha önce belediyelerden işletme belgesi alan 8633 turizm işletmesi şimdi bakanlıktan yeni belge almak zorunda.
Yine buna göre “turizm merkezleri”, kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri dışında kalmakla birlikte bu bölgelerin niteliğini taşıyan, orman vasıflı olanlar dahil, Hazine taşınmazları ile tescili mümkün olan devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerde yeri, mevkisi ve sınırları, Cumhurbaşkanı kararıyla tespit ve ilan edilen alanları tanımlayacak. Bu bölge ve merkezlerin tespitinde yeni kriterler getirilecek. Saray bir konuda daha yetkileri eline alıyor, kıyılardaki muhalif belediyelerin süreçleri yavaşlatması ya da engellemesi istenmiyor.
Karadeniz ve Kürt illerindeki yaylalarının, meraların insansızlaştırılıp turizme ayrılmasında yine bakanlık merkezi rol üstleniyor. Yine turizm bölgelerinde Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığınca uygun görülen yat limanlarının yapılması amacıyla yatırımcılara taşınmaz tahsis etmeye Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkili olacak.
Milli parklar içinde konaklama tesisi kurma ve yat limanı tesislerinin ruhsatlandırılma yetkisi Kültür ve Turizm Bakanlığı’na verilecek. Bunun yanı sıra tesis kurulacak alanlarda Çevresel Etki ve Değerlendirmesi (ÇED) raporu aranmayacak.
Tüm bunlara bakıldığında iktidarın yasal süreçleri hızlandırma adına daha fazla kuralsızlığın önünü açtığı ve bunu yapmak için de kurumlar arasında örtüşen yetki alanlarını tek bir elde topladığı görülüyor. Değişiklikle aslında ormanlar, kıyılar, meralar, yaylalar, her yer birer ekonomik faaliyet alanı olarak kodlanıyor. Mekan, kâr üretmiyorsa kâr üretecek şekilde dönüştürmek gerekli gözüyle bakılıyor. Doğada görece daha az bozulmuş alanlara turizm eliyle girmek için maddi teşviklerle sermayeye yol gösteriliyor.
Ülkeyi saran yangınlar ile kanundaki değişiklik arasında bir bağ kurabilir miyiz? Bu değişiklik yapılmasaydı yangın sonrası süreç nasıl işleyecekti? Değişiklikle beraber nasıl işleyecek?
Elbette kurulabilir. Zira bu yangınların ortaya çıkacağı neredeyse bilimsel bir gerçeklik olarak önümüzdeydi. Son birkaç yıldır Avustralya, Kaliforniya, Sibirya gibi yerlerdeki dev yangınlar iklim krizinin tetiklediği kuraklık, aşırı sıcak dalgaları ve insan faaliyetlerinin birleşimiyle söndürülemez düzeyde yaşandı. Aylardır Türkiye’de de kuraklık uyarıları yapılıyordu ama bunun esasen tarıma etkisi ve susuzlukla ilişkisi konuşuldu. Değişikliğin Meclis tatilinden hemen önce geçirilmesiyle yaz mevsimi yangınlarının yavaş yavaş başladığı bir dönem olduğundan turizm sektörünü korumak amaçlı yapıldığı açık. Özellikle yerel yönetim yetkilerinin tırpanlanması, yetki belgelerinin dağıtılmasının bir tür biat ettirme aracına dönüştürülmesi, devletin yatırımları fonlaması iktidarın daha sürtünmeyi azaltma çabaları olabilir.
Ülke ekonomisi gittikçe kötüye doğru giderken ve iktidar neredeyse tüm umudunu turizme bağlamışken yangınlar çoğunlukla turizm bölgelerini vurdu. Yaşananları kanunlar ve kanunlardaki değişiklikler, doğal denge ve hükümet politikaları bağlamında değerlendirebilir misiniz?
Evet, daha salgın bitmemişken, aşılamada hız yavaşlamış ve güvenli düzey yakalanamamışken, dahası Delta varyantı ile yeni kısıtlamalar gerekirken Türkiye, ekonomik sıkışmışlık içinde yabancı turistlerden karantina ve test istemeyi bıraktı. İç turizmde bayram tatilini adeta can suyu olarak gördü ve tüm kısıtlamaları kaldırdı. Nitekim 20 binin üzerinde vaka ve 130’a yaklaşan günlük verilerle bunun sonucunu yeniden yaşıyoruz. Peki, turizmden gelecek para için feda edilen bu canlar ekonomiyi toparlamaya yetti mi? Hayır. Yaz mevsimi etkilerine rağmen işsizlik artmayı sürdürdü, enflasyon arttı. Ama özel sektörün borcunu kamulaştırırken artık banka kredisi yoluyla kurduğu devr-i daim makinesinin çarklarını döndüremiyor.
Çünkü sermaye risk almıyor, yatırım yapmıyor, spekülatif alana kaçıyor. Böyle olunca da AKP en iyi bildiği işi, inşaat, maden, enerji yoluyla yıkım işini, biraz da kendi palazlandırdığı sermaye fraksiyonuna dayatıyor. Akdeniz havzasındaki Türkiye iklim krizi ve ekolojik çöküş açısından en kritik bölgelerden birinde yer alıyor ve yaşadığımız yangınlara, sellere benzer felaketler giderek sıklaşacak. Doğal dengenin bu sermaye birikim modelini kaldırmaya gücü kalmamış durumda. Ama diğer yandan her bir ekolojik felaketi “Allah’ın lütfuna” çevirmek için de ellerini ovuşturuyorlar. Bu tür yasa değişiklikleri işte bu azgın yıkıcılığın göstergeleri. Yanan yerlerdeki imarlar için pazarlıkların döndüğüne şimdiden emin olabilirsiniz.
Yangınlarda korkunç büyüklükte bir alan kül oldu. Şehirler, köyler, kasabalar kullanılamaz hale geldi. Tüm canlıların yaşam alanları korkunç düzeyde tahrip oldu. Bu tahribatın geri dönüşü mümkün mü? Nasıl?
Evet, 1946’dan bu yana en büyük alanın yandığı yıl olacağı söyleniyor yanan alana bakıldığında. Yiten canları geri döndüremeyiz burası kesin. Sadece ağaçlardan ibaret olmayan orman ekosistemlerinin dengesi bütünüyle bozuldu. Erdoğan, bakanlar ve “baskı altında kaldığını” söyleyen TEMA gibi kurumlar yanan alanların hızla ağaçlandırılacağını imara açılmamanın garantisi olarak vermeye çalışıyorlar. Ancak kafalarındaki bu hinliğin bilimsel hiçbir yanı yok.
Hızla yerellerde kendi koruma meclislerimizi oluşturarak bu planları topluma yaymalıyız. Yanan konutlara, kentsel bölgelere gelince; burada çok ciddi bir konut hakkı mücadelesi bizi bekliyor. Erdoğan’ın hemen alana gidip insanlara evleri karşılığında kredi şantajını yapması, milyarlarca liralık vergisi affedilen şirketler ve kendi uçak, araba filosu, sarayları karşısında insanlarda infial uyandırdı. TOKİ’nin daha yangınlar sönmemişken konut planlarını piyasaya sürmesi bu yasa değişikliğinde olduğu gibi bir ön hazırlık olduğunu gösteriyor. Sağlıklı konut hakkı bir insan hakkıdır ve insanlar yaşadıkları alanı belirleme hakkına sahiptir. TOKİ’nin tek tipleştirici, tepeden inme projeleri yerine daha kamusal bir süreç işlemeli, bankaların işe dahil olmadığı bir finansman modeli benimsenmelidir.
Felaketi özel savaş aracı yapmak
Yangınlar başladığından beri türlü spekülasyonlar var. Kundaklama, otel yapma, imara açma vb. Bu konuda kısa bir değerlendirme yapar mısınız?
Kundaklamayla imara açma anayasanın 169. maddesine rağmen yaygın bir pratik. Çünkü yasa yapboz tahtasına dönüştürüldü ve birçok istisna hâl tanımlandı. Böyle olunca Bodrum Titanic oteli gibi garabetler ortaya çıktı. Kundaklama ihtimali elbette özellikle kıyı bölgeleri için bir ihtimal olarak her zaman varsayılmalı; ancak şu ana kadar elde bu yönde hiçbir somut delil yok. Kimi ırkçı, milliyetçi kesimler ve medya söndürmemenin sorumluluğunu tartıştırmamak için meseleyi buraya çekmeye çalıştı. Kimi yerlerde yolları keserek ırkçı saldırılara girişildi. Ve devlet de İzmir’de, Marmaris’te, Konya’da olduğu gibi bunu izlemekle yetindi. Oysa şüpheyle gözaltına alınan kişiler ya serbest bırakıldı ya da elde hiçbir delil olmadan suçluymuş gibi gösterildi.
İşin diğer boyutu da iklim krizi gerçeğini görmemek ya da işine geldiği gibi kullanmak. Daha dün Karadeniz’deki seller için betonlaşmayı, yolları değil iklim krizini bahane edenler bugün THK’nin yetmezliğini, belediyelerin sorumluluğunu, sabotajı konuşmaya başladı, iklim krizini, kuraklığı unuttu. Çünkü kuraklığa ve yangına karşı bakanlığın önlem almadığı çok net teşhir oldu. Açıkçası iktidarın her türlü manipülasyonu yapabileceği, bu felaketleri de özel savaşın parçası kılabileceği bir ortamda halkın kendi öz gücüne dayanmaktan, dayanışmaktan, mücadele etmekten başka çaresi yok.