Cüneyt 23 yaşında bir öğrenci. Gözaltına alınır. Bir daha haber alınamaz. Dava başlar ve cezayla sonuçlanır! Ancak sandığınız gibi değil! Polislere yarımşar gün maaş kesme cezası verilir, ellerinden kaçırdıkları gerekçesiyle…
Kapanmayan Yara -2
Gülcan Dereli
Her şey aleni oluyordu aslında. Dönemin Milli Güvenlik Kurulu’nda kararlar alınıyor, devletin resmi ve gayri resmi güçleri harekete geçiyordu. Başbakan kararlarıyla gazete büroları bombalanıyor, Kürt aydınları, gazetecileri, yurtseverleri bu kararlar çerçevesinde katlediliyordu. Tıpkı bugünkü gibi mafya ve devlet iç içe geçmişti. Uyuşturucu paralarıyla hem savaş finanse ediliyor hem de akıtılan kan pay ediliyordu. Batı sessiz, çoğunlukla da “vatan millet Sakarya” edebiyatıyla ikna ediliyordu. Seçilmiş bir rıza süreci işliyordu. Toplum çürümüş, devlet tepeden tırnağa çeteleşmişti. Öyle ki devlet artık resmi araçlarıyla uyuşturucu taşır hale gelmişti. Her şey açıktı! İnfaz açıktı, gözaltında kayıp açıktı, sokak ortasında enseden vurmak açıktı, köy yakma, asit kuyuları, hepsi açıktı. İşte bu 90’ların karanlık tarihi idi. Ama elbette başka tarihler de vardı. Serhildanlar vardı, coşup sel gibi akan Newrozlar vardı, bir volkan gibi uyanan Kürt bilinci vardı, hesapsız yoldaşlık, saf dayanışma, katıksız cesaret vardı. Her ne kadar 90’lar karanlık olsa da nihayetinde kazanan “öteki tarih” olmuştu aslında. Elbette bedeliyle! İşte biz bu bedeli yazacağız Kayıplar Haftası vesilesiyle…
Anneler…
Çok sayıda anne çocuklarının akıbetini öğrenemeden yaşama veda etmek zorunda kaldı. Berfo, Elmas, Meryem ve daha onlarca anne çocuklarının akıbetini öğrenemeden göçüp gitti. 17-31 Mayıs Kayıplar Haftası vesilesi ile hazırladığımız dosyamızın ikinci bölümünde iki anneye yer vereceğiz.
Allah hakkımızı koymaya
Çocuğu kaybedilen bir Kürt anne… Menekşe Aydınlar. Çocuğu Cüneyt Aydınlar’ı kaybeden Menekşe Aydınlar, “Allah hakkımızı koymaya…” diyor. Acısı hep taze ama yine de Menekşe annenin hâlâ çocuğunun geleceğine dair umudu var. Soruları sormakta doğrusu çok zorlandım. Şöyle anlatıyor Menekşe anne: “Babası Diyarbakır’dan İstanbul’a Cüneyt’in yanına gitmişti. Birlikte yemek yemiş sohbet etmişler. Babasına yarın balık yiyelim demiş. İkinci gün oluyor yok. Baba da Diyarbakır’dan gitmiş İstanbul’u bilmiyor. Gözaltına alındıktan iki gün sonra duyuyor. Baba uğraşıyor, karakollara gidiyor. 10 gün sonra mahkemeye çıkaracak, bırakırlar demişler. Zaten ilk gözaltısı. Ne elinde silahı var ne bir şey. Kimseye bir şey yapmamış ki.”
Yaşananların kısa süre kendisinden saklandığını dile getiren Menekşe anne, “Babası Diyarbakır’a geldiğinde bana demedi. Dedim ki Cüneyt neden beni aramıyor. Babası ders mersleri vardır dedi. Benden 15 gün sakladılar ta ki hapisteki arkadaşları söyledi. Cüneyt ile gözaltına alınanlar tutuklanmış ama Cüneyt yok, çok işkence etmişler. Hep elimizden kaçtı dediler. Biz hatta inandık. Allah’a inanıyoruz onlara inanmıyoruz. Dedik belki doğrudur. Vallaha ben hâlâ diyorum bir gün gelecek” diyor.
Adalet ve barış istiyoruz
Çocuğunun akıbetini sormaktan vazgeçmeyeceğini söyleyen Menekşe anne, “Ölene kadar davanın peşini bırakmıyorum, adalet arıyoruz. Haksızlığa, bu işkenceye karşıyız. Kolay bir şey değil yavrum, çok zor… Cüneyt 23 yaşında öğrenciydi kızım. Oğlumu sağ istiyorum. Neredeyse bulsunlar çıkarsınlar. Ölene kadar da davacıyım. Davacıyız, adalet ve barış istiyoruz” diye belirtiyor.
Dava sürecine dair…
İstanbul Üniversitesi’nde 3. sınıf öğrencisi iken gözaltına alınan Cüneyt Aydınlar’ın akıbeti 27 yıldır bilinmiyor. Resmi açıklamalara göre 14 Şubat 1994 yılında ancak arkadaşlarının verdiği bilgilere göre ise 1 Şubat 1994’te gözaltına alınan Aydınlar’ın iki kez gözaltı süresi uzatılır. Polisler, ‘Elimizden kaçırdık’ der. Dava sürecinde polislere çok komik cezalar verilir. Polislere, ellerinden kaçırdıkları gerekçesiyle, yarımşar gün maaş kesme cezası verilir. Dava ise 10 yıl önce biter ve bilinen son olur, dava düşer. Türkiye’deki iç hukuk AİHM’e geç başvurulmasına neden olur. AİHM ise Aydınlar dosyasını neden geç başvurdunuz diyerek kapatır. Davanın avukatı ise Eren Keskin’dir.
Sofra öyle Kaldı
Kaçırılıp katledilenlerden biri de Hasan Ocak. Anne Emine Ocak ile konuştuk. Çocuğunun kaybedildiği günü anlatan anne Ocak, “1995’in 21 Mart’ıydı Hasan beni aradı. ‘Bugün Aysel’in doğum günü, işten çıktım, ben balık alacağım, sen sadece çorbayla salata yap’ dedi. Masayı hazırladık, doğum günü kutlayacaktık ama Hasan bir türlü gelmedi. O gece sofra masanın üstünde öyle kaldı. Başına bir şey geldiği kesindi. Sabahı sabah ettik. Emniyete gittik yok dediler. Dizlerimin bağı çözüldü, baktığımız hastanelerde de yoktu. Canım yanıyordu ama oğlumu bulmak için ayakta kalmalı ve yollara düşmeliydim” diye anlatıyor.
En zoru tutuklamalarıydı
Çocuğunun peşine düşüne anne Ocak, şöyle anlatıyor: “Oğlumu gözaltına aldıktan 5 gün sonra işkenceyle öldürüp ormana atmışlar ama bizden sakladılar. Her yerde dilekçemiz ve Hasan’ın fotoğrafı vardı. Ama oğlumu Kimsesizler Mezarlığı’na gömmüşler. Oğlumu ararken bana en zor gelen şey gittiğimiz Ankara’da beni tutuklayıp cezaevine koymalarıydı. Cezaevinden çıktıktan 15 gün sonra çocuklarım Adli Tıp’ta Hasan’ımın fotoğrafını bulmuşlar.”
‘Vazgeçmeyeceğim’
Emine anne defalarca gözaltına alınır ama yılmaz. En son Cumartesi Anneleri’nin 700. hafta eyleminde Emine annenin gözaltına alındığı fotoğraf hafızalardaki yerini koruyor. Emine anne, “Ben anneyim, evladını aramam niye suç olsun ki… Oğlumu işkenceyle öldürüp kaybedenler suçluyken ben gözaltına alındım, dövüldüm, küfürlere maruz kaldım, tutuklandım. Sadece kendi çocuğum değil, tüm kayıplar için vazgeçmedim, vazgeçmeyeceğim” diyor.
Yanımızdakinin acısına ağladık
Bu süreçte kayıp yakınları arasında önemli bir bağ oluştuğuna dikkat çeken Emine anne şöyle diyor: “Biz Galatasaray’da birbirimize kardeş olduk. Annesiz, babasız kalan çocuklara anne, baba olduk. En çok kendi acımıza değil, yanımızdakinin acısına ağladık. Biz aileden öte olduk birbirimize. Galatasaray bizim için kayıplarımızın olmayan mezar yeridir. Ben kaybettiğimiz annelere söz verdim. Galatasaray’ı kazanmadan vazgeçmeyeceğim.”
Çok güzel saz çalardı
Emine anneye Hasan Ocak’ı soruyorum ve kısaca şöyle diyor: “Hasan, insan ayrımı yapmadan herkese yardım eden, sevecen bir insandı. Yolda gördüğü çocuklarla sokakta oynardı. Çok okurdu. Çok güzel saz çalıp söylerdi.”