HDP Milletvekili Kemal Bülbül ile ‘Hilafet’ tartışmasını ve toplumsal kesimlere dönük mesajlarını konuştuk:
Gülcan Dereli/Hüseyin K. Akçadağ
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı gibi adımlar sıradan ve rastgele atılmış adımlar değil. Birbirini izleyen ve tamamlayan adımlar. Ayasofya’nın tekrar cami yapılması, İstanbul Sözleşmesi’nde çekilmesi ve sıranın artık hilafette olduğu yönünde yapılan yayınlar birbirini tamamlayan adımlar. 12 Eylül faşist rejimi sırasında Alevi köylere cami yapılırdı, şimdi artık bu köylerde bulunan karakollardan ezan okunuyor. Bu gelişmelerle ilgili sorularımızı yanıtlayan HDP Milletvekili Kemal Bülbül bu uygulamaların İslam ile ilgisinin olmadığını, bunun devlet dini olduğunu söylüyor. HDP Milletvekili Kemal Bülbül ile hilafet tartışmasını ve bunun toplumsal kesimlerde yarattığı endişeyi konuştuk.
İstifa etmek zorunda kalan Ayasofya imamının verdiği fetvalar neye işaret ediyordu?
Birincisi Ayasofya Kilisesi’nin camiye dönüştürülmesi bir suç. Ayasofya Kilisesi’nin camiye dönüştürüp oraya atanan kişinin sıfatı imam değil. İmam Alevi bir kavramdır. İmam Şahı Merdan Ali ile başlayıp Mehdi ile devam eden süreçteki hakkı hakikate, adalete hizmet etmiş, bu uğurda can, baş vermiş kişilerin sıfatıdır. Bunlara imam denmez. Bunlara hoca denebilir.
İkincisi, Diyanet İşleri Başkanı zaten Ayasofya’nın minberine kılıçla çıkarak suç işlemiştir. Kılıç bir silahtır, günümüz toplumunda demokrasi, barış, eşitlik, adalet, kültürler ve inançlar arası diyaloğun öne çıkarılması gerekirken Ayasofya’nın minberine kılıçla çıkmak bir tehdittir. Neyin tehdididir? Hıristiyanları tehdittir. Alevileri tehdittir. İnanmayanları tehdittir. Sünni olup da AKP politikasına tevessül etmeyenlerin de tehdit edilmesidir. Bu bir suçtur yani.
Türkiye’de elbette her zaman sorun vardı. Fakat hiçbir zaman bu kadar gayriciddi devlet yapısı olmadı. Herkes bulunduğu makamın olanaklarını kullanarak kendini bir şey olarak ifade ediyor. Ayasofya’nın olanaklarını kullanarak halife gibi davranıyor. İşte MHP’nin olanaklarını kullanarak Cumhurbaşkanı gibi talimatlar yağdırıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan mıdır, Bahçeli midir, belli değil. Diyanet İşleri Başkanı’nın bu ülkede sıfatı nedir? Diyanet İşleri Başkanı’nın bu ülkede sıfatı aslında Cumhurbaşkanı’ndan, bakanlardan daha çok yetkisi olan ve sorumluluğu olmayan, her konuda fikir üreten bir makam. Her konudan fetva veriyor ama kadın katliamı için neden fetva vermiyor, yoksulluk için niye fetva vermiyor?
Peki, bu fetvalar neye veya kime hizmet ediyor?
Bana sorarsanız Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana dini bir akıl ile yönetiliyor. Neden? Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunda Türk kimliğin karşısına Kürt, Ermeni, Rum, Arap, Çerkes konmuş ve aslında her kimlik gibi değerli olan Türk kimliği kışkırtılarak bir Türkçülük yaratılmıştır. Aynı şekilde inançlar konusunda da devlet eliyle yapılandırılmış Sünnilik biz buna Muaviye İslam’ı diyoruz. Yezit İslam’ı. Muaviye ve Yezit İslam’ı üzerinden karşıtlaştırılmış. Aleviler, Hristiyanlar, inanmayanlar karşıttır ve bu devlet dinidir. Ayasofya hocasının orada icra ettiği din İslam dini değildir, devlet dinidir, Diyanet’in dinidir. Ve bunu ısrarla sistematik olarak yapmaya devam ediyorlar. Bu yapılan Ayasofya’nın hocası ve Diyanet eliyle yürütülen İslam peygamberi Muhammed Mustafa Habibullah’ın oluşturduğu, sahabelerle bedel ödeyerek kurduğu İslam dini değildir. Bu devlet dinidir. Bu devlet dininde inkârcılık, ırkçılık ve tekçilik vardır. İslam bir inancı, bir halkı, bir dili inkâr etmez. Dilleri zenginlik olarak görür. Ayasofya’da yürütülen Diyanet’in dinidir, devletin dinidir, Muaviye’nin dinidir. Yezit’in dinidir.
Türkiye tek bir mezhebin hakimiyetine doğru mu gidiyor?
AKP’nin çoğunluğu İslam’ın Hanefi mezhebine inanan kişiler. Peki, Hanefi mezhebini kim oluşturmuş? Ebu Hanife. Ebu Hanife’nin yaşamını inceleyin Abbasi halifelerine istediği fetvaları vermediği, Saray’a, Abbasi iktidarına karşı olduğu için hapse atılmış ve işkence ile öldürülmüş değerli bir kişidir. Peki bunlar Alevi’yi, Hristiyan’ı, Kürd’ü kabul etmiyor. Ermeniliği hakaret sayıyor. Bunlardan Hanefi olabilir mi? Bunlar Hanefiliği de camiyi de kullanıyor. Camileri birer AKP dairesi, MHP dairesi, Diyanet dairesi haline getirmişler. Camiyi hakikatin, adaletin, eşitliğin, hakikat, adalet ve eşitlik için ibadet edilen yer olmaktan çıkardılar. Çünkü kendilerinin diline, siyasetine baktığımızda oraya gittikleri ve çıkıp kapıda konuştukları şey budur. Camiden çıkan birisi kapıda halkları tehdit etmez. İnsanları tehdit etmez. Irkçılık, tekçilik yapmaz. Yapıyorsa o zaman bu İslam değil, bu İslam’ı kullanmaktır. Şimdi halifeliği gerektirecek bir şey yok. Bu sadece Ortadoğu’ya Türkiye’deki muhalefete ve giderek dünyaya bir egemenlik sağlama çabasıdır. Böyle bir görüntü verme. Biz istersek halifeliği de getiririz. Ya halifelik yapacak çapınız da yok sizin ki, siz dini, diyaneti bilmiyorsunuz ki.
Hükümetin tekçi politikası veya tekçilik nasıl bir tehlike doğurur?
Bunlar Kuran’ı seslendirmeyi İslam sanırlar. Okumak değil seslendirmek. Okuduğunun anlamını da bilmez bunlar. Ne sure bilir, ne teşhir bilir, ne iştira bilir. Şimdi dolayısıyla biz bir cehalet ile karşı karşıyayız. Bu cehaletin, ırkçılığın, tekçiliğin İslam’ı kullanarak başka türlü örgütlenmesidir. İşte kadını kullanarak örgütlenme, Kürtleri karşıtlaştırarak örgütlenme, emekçiyi vs. Bu iktidar münafıktır. Neden münafıktır? Çünkü dini kullanıyor. Çünkü adalet yok. Çünkü dinden söz ediyor camiye gidiyor, namaz kılıyor çıkıp caminin kapısında ırkçılık, tekçilik yapıyor. Bana sorarsanız Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana dini bir mantıkla yürütülüyor. Çünkü Diyanet eliyle oluşturulmuş akıl her şeye karşı hepsini silmiş.
Dinin ve peygamberlerin tarihi incelensin, peygamberler zulme Hazreti İbrahim’den İbrahim Halilullah’tan Musa Kemalullah’a, İsa Ruhullah’tan Muhammed Mustafa Habibullah’a incelensin baksın. Zulme, tekçiliğe, ırkçılığa, sömürüye karşı mücadele etmiştir. Muhammed sürgün edildi, hicret edildi, Muhammed o kadar mücadele verdi, nasıl Muhammed’i temsil ediyorsunuz siz? Bin bir odalı sarayda yaşıyorsunuz. Utanmıyor musunuz?
Hakkın kelamı karakoldan mı okutulur?
Dersim’de Alevi köylerinde karakoldan ezan okutuluyor. Kent valisinin Mazgirt’in Muxinde köyünü ziyaret ettikten sonra ezanın okutulmaya başlandığı öğrenildi. Siz bir Alevi olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Demin söylediğim münafıklığın, ırkçılığın, tekçiliğin göstergesi bu. Alevilerin ibadeti farklı. Sen vali, Yezit vali, Muaviye vali, sana mı kaldı karakoldan ezan okutmak. Üstelik karakoldan. Hakkın kelamı karakoldan mı okutulur? Ezan karakoldan mı okutulur? Ezan hakkın kelamı değil mi? Niye karakoldan okutuyorsunuz?
Bunların şunu bilmesi lazım: Bu ülkede her inancın yürütücüleri, temsilcileri vardır. Bizim inancımızın da yürütücüleri ve temsilcileri vardır. Bizim inancımız, eşitliği, adaleti, varlığı, birliği, dirliği örgütler. Kimseyi inkâr etmez. Kimseye hakaret etmez, aşağılamaz, bu inancın yürümesi için can baş vermiş insanlarız. Seyid Rıza’nın “Evladı Kerbela’yız, bihatayız” demesi de budur.
Burada Alevi kurumlarına nasıl bir görev düşüyor?
Bütün Alevi kuruluşlarının tepki göstermesi gerekiyor. Alevilere ve ezana karşı suç işleniyor. Tabii ki Alevi Bektaşi Federasyonu, bağlı kurumlar, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Alevi Kültür Derneği, yine Alevi Dernekler Federasyonu, Alevi vakıflarına görev düşüyor. Burada iki suç işlenmiş. Birisi karakoldan ezan okunması, ikincisi Alevilere karakoldan zorla ezan dayatılması, ezan da aşağılanmıştır. Kaldı ki bu yeni bir durum değil. Bunu daha önce de yaptılar, ilçe merkezlerinde, şehir merkezlerinde, köylere yayın yapıyorlar. Alevi toplumunu temsil eden kurum ve kuruluşlar bu süreçte demokratik mücadeleyi, hak talebini yükseltmek ve toplumsa muhalefet ile dayanışmak gerekiyor. Emekçilerle, Kürt halkıyla, kadınlarla, üniversite öğrencileriyle, iş, aş, özgürlük isteyen toplumsal kesimlerle Alevi toplumunun, kurumlarının dayanışma içinde olması lazım. Bu hak ihlalini aşan bir şeydir. Bu suçtur. Bu suçun da üzerine gidilmesi gerekiyor.
Maganda erkek rejimi
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kararı ile Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hükümetin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararının birkaç yönü var. Birincisi uluslararası sözleşmelere dair sorumluluğunu ihlal eden ve suça tekabül eden bir durum söz konusu. Bu Cumhurbaşkanı’nın biz çekiliyoruz demesiyle olacak bir şey değil. Bu Meclis’in uhdesinde olan bir şeydir. Artı sadece Cumhurbaşkanı’nın yetkisi altında olmuş olsaydı bu yine doğru bir şey değil. Neden? Çünkü bu sözleşme kadınları şiddete karşı koruyan ve haklarını garanti altına alan bir sözleşmedir. Bu kadın politikası hem sistemden kaynaklı hem de ortağı MHP’nin bakış açısından kaynaklı. Kadın politikasında, kadın bir araç olarak görülüyor. Bu yaklaşımlarını her hareketlerinde ve uygulamalarında görmek mümkün. Kürsü konuşmalarında, Meclis konuşmalarında, yolda yürüyüşünde, beden dilinde vs. Hepsinde maganda bir erkek bakış açısı var. Bu maganda erkek bakış açısı kadını haklarıyla, varlığıyla, cinselliğiyle, toplumsallığıyla, talepleriyle birlikte algılayan, kadını kabul eden bir anlayış değildir. Aslında AKP’nin genel demokratik alana bakışının en temel göstergesi budur. İstanbul Sözleşmesi kadın haklarını düzenleyen ve uluslararası niteliği olan bir anlaşma. Bir gece yarısı yok saymak mümkün değildir. Bu bir tür darbedir, kadına yapılan bir darbedir. Erkek maganda anlayışın kadına dönük yaptığı bir darbedir. Kadınların bu konudaki mücadelesi meşrudur, demokratiktir, haklıdır.