Alevi örgütü temsilcileri, Hilafet tartışmasını ve hükümetin izlediği politikayı değerlendirdi:
Gülcan Dereli/ Hüseyin K. Akçadağ
AKP iktidarı bir dönem Kürt sorunu gibi Alevlerin sorunlarını da çözecekmiş gibi davrandı. Peş peşe Alevi Çalıştayları düzenledi, sorunlar tartışıldı. Sonra anlaşıldı ki dert Alevlerin taleplerini karşılamak değil, Alevileri iktidar çizgisine çekmek, Alevileri Sünnileştirmek. Bütün tartışmalardan sonra AKP, zorunlu din derslerini kaldırmak için bile adım atmadı. Üstelik son dönemlerde attığı adımlara bakıldığında Alevilerin tamamen yok sayıldığı anlaşılıyor. Aleviler, Alevi kanaat önderleri ve Alevi örgütleri bu gelişmeleri yakından izliyor. Sorularımızı yanıtlayan Demokratik Alevi Örgütlerinin yöneticileri demokratik hakların birlikte mücadele ile geliştirileceğinin altını çiziyorlar.
Hilafet adımları atılıyor
Alevi Bektaşı Federasyonu Genel Başkanı Hüseyin Güzelgül, kadına karşı şiddetin yoğunlaştığı bugünlerde, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak yerine şiddet uygulayanlara daha ağır cezaların getirilmesi gerektiğini söylüyor. Güzelgül, şunları ekliyor: “Herkesin ileri doğru bir adım atmak için çabaladığı günümüzde, biz ülke olarak sürekli geri adım atıyoruz. Kadınların kazanılmış haklarının geri alınmaya çalışılması, kullanılan ayrımcı dil, yok sayma, kişilerin iradeleri üzerinde belirleyici olmaya çalışmak gibi tahammül edilmez bir noktaya geldik. Bu kadar kadın cinayeti, şiddet yaşanıyorken, değil İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, kadına karşı şiddet kullanılmasına karışı daha sert yaptırımlar getirilmeli.”
Hilafet adımları
Güzelgül, ülkedeki sistemin laik, demokratik, hukuk devletine değil, giderek şeriat düzenine evrildiğini belirterek, “Her durumun hukuka değil, İslam’a uygun olup olmadığı üzerinden tartışma yürütülüyor” diyor.
“Tek adam rejimi, azınlıklar üzerindeki yok sayma ve asimile etme çabaları, baskı altındaki adalet sistemi ve din adamlarının her konuda hüküm bildirmesi, koşar adım hilafete doğru gidişimizin somut adımları” olduğunu söyleyen Hüseyin Güzelgül sözlerini şöyle sürdürüyor: “Kendinden olmayan herkesi yok sayan bir düzende yaşıyoruz. Kadını ikinci sınıf gören, kendinden başka hiçbir inancı tanımayan, sadece seçim zamanları oy için göstermelik olarak hatırlanan ama hiçbir hak tanınmayan yönetim şekline sahibiz. Yıllardır sürdürdüğümüz zorunlu din dersleri kaldırılsın, cemevleri ibadethane sayılsın gibi inançsal taleplerimiz konusunda tek adım atılmadı. Biz Aleviler dışında da talepleri olan ama yok sayılan birçok inanç ve azınlık var. Hepimize bakış açısı aynı maalesef.”
Tek mezhep baskısı
“Halkın seçtiği, halkın vekilleri üzerinde de ciddi baskı söz konusu. Tek mezhep baskısı, tek parti baskısı olarak da göz önünde. İnançta olduğu gibi siyasette de kendinden olmayana karşı yok etme politikası hüküm sürüyor. Hiçbir ülkede bizde olduğu kadar tutuklu siyasetçi, hukukçu, gazeteci, aydın yoktur. Ama yine de onların biraz daha yüksek ses çıkarması, bizlerin de kendini daha güçlü hissetmesini sağlayacaktır” diyen Hüseyin Güzelgül, demokratik hak ve özgürlükler için ortak mücadelenin önemini vurguluyor. Güzelgül, şunları belirtiyor: “Daha ortak ve net adımlar atılmalı. Birlikte yürütülecek mücadele hem daha güçlü hem de daha etkili olacaktır. Pandemi koşulları, mevcut olan baskıcı düzeni daha da zorlaştırıyor belki ama her şeye rağmen mücadele etmek gerek.”
Düpedüz zorbalık
İstanbul Sözleşmesi’nden tek bir imza ile bir gece çıkmak ayrımsız bütün kadınları rahatsız etti. Bunların başında da Alevi kadınlar geliyor. Alevi kadınlar zaten kadın hakları ve kadına yönelik şiddet konusunda hassas olan bir kitle. Demokratik Alevi Dernekleri (DAD) Eş Genel Başkanı Saime Topçu, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi değerlendirirken, bunun kadına karşı işlenmiş yeni bir suç olduğunu söylüyor. Topçu, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili sorumuzu şöyle yanıtlıyor: “Kadına yönelik şiddet, sosyal, ekonomik ve ulusal sınır tanımadan dünyanın her yerinde artmaktadır. Türkiye’de her gün kadınlar kendi evlerinde, sözde ‘güvenli ortamında’ psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalmakta, ısrarlı takip yoluyla veya başka bir yolla taciz edilmekte, cinsel saldırıya uğramakta, rızaları olmadan ailelerince zorla evlendirilmekte veya kendi iradeleri dışında kısırlaştırılmaktadır. Trans kadınlara olan fiziksel ve psikolojik şiddet ve taciz durmaksızın çoğalmakta, kadınlara cinsel kimlikleri ve yönelimleri üzerinden sayısız insanlık dışı muamele uygulanmaktadır. Kadınların kimlikleri, yönelimleri devlet tarafından yok sayılmakta, alaya alınmaktadır. İstanbul Sözleşmesi’nin iptali bu hakka engel olunması, sabote edilmeye çalışılması kadın iradesine bir darbedir. Hiçbir hukuki dayanağı olmadan bu sözleşmenin feshedilmesi, kadına karşı işlenen bir diğer suçtur. Biz Alevi kadınlar olarak hakikati dile getirmekten, savunmaktan ve ifade etmekten vazgeçmeyeceğimiz gibi ısrarla takipçisi olacağız.”
Asimilasyon politikası
Valiler eliyi yürürlüğüne konulan Alevi köylerindeki karakollarda ezan okutulması uygulamasının yeni bir şey olmadığını söyleyen Topçu, şunları ekliyor: “Hacı Bektaş-ı Veli dergâhtır ve Alevi toplumunun serçeşmesidir. Bu dergâhın yanına bir minare diktiler, bazı kiliselerin yanına bir minare diktiler, şimdi de Dersim’in Mazgirt ilçesine bağlı Muxundi (Darıkent) köyünün ardından Germisi (Bulgurcular), Dırban (Kızılkale), Farac (Akdüven) köylerinde de ezan okutulmaya başlandı. Bu şu demektir: Kendinden olmayana tahammüllü olmayan tekçi anlayışın, İslam’ı kendi iktidarları için silah yapıp kullanmasıdır. Hem Alevi toplumu için hem de İslam toplumu için hakaret ve zulümdür. 72 millete aynı nazardan bakan her süreği hak sayan bir inanca sahibiz. 1937’de Dersim’e yapılan soykırımdan bu yana Alevi toplumuna karşı asimilasyon politikaları günümüze kadar sistematik bir şekilde sürüyor. Bu uygulamalar her defasında farklı bir şekilde karşımıza çıkıyor. Dersim’e uygulanan özel savaş politikasıyla oradaki halkı daha ne kadar huzursuz edip sindirebilirizin hesapları yapılmaktadır. Biat ettirme, sindirme, kendine benzetme çabasıdır. Bu aynı zamanda din bekçiliği yapmaktır. Bu tavrın Müslümanlıkta da yeri yoktur. İktidarın, Alevi toplumuna ezan dayatması hem baskı aracı hem de düpedüz zorbalıktır.”
“Hilafet çağrıları bu toplumun hem nabzını ölçmek hem toplumu tedirgin etmek, huzursuz etmek ve sinir uçlarına dokunmak için yapılıyor” diyen Saime Topçu, sözlerini şöyle bitiriyor: “Albayrakların dergisinde hilafet çağrısı yapılması manidardır. Birbirinden bağımsız hareket ettiklerini düşünmüyorum. Bugün bu iktidarın muradı rejimi değiştirmek. Tek adam rejimini oturmak, dine dayalı bir sistem kurmaktır.”
Her yurttaş için tehlike
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı Gani Kaplan, İstanbul Sözleşmesi’nin tek taraflı iptalini, aslında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin almış olduğu bir karardan öte tek kişinin kararı olarak gördüklerini söylüyor. Kaplan bu noktaya nasıl gelindiğini şöyle açıklıyor: “AKP yürütmüş olduğu baskıcı siyasetini yürütemez haldedir. Önce HAS Parti lideri Numan Kurtulmuş ile sonra dönemin DP Genel Başkanı Süleyman Soylu ile kurduğu ittifaklar da siyaset ömrünü uzatmaya yetmedi. Bilindiği üzere sırasıyla, MHP ve VP ile de ittifaklara girdi. Hatırlarsanız kısa bir süre önce Tayyip Erdoğan, Erbakan’dan sonra milli görüşün temsilcileri ile bir araya gelmişti. Oğuzhan Asiltürk, Recai Kutan gibi isimler Tayyip Erdoğan’dan İstanbul Sözleşmesi’nin iptalini “rica” etmişlerdi. Yani Erdoğan siyasi varlığını sürdürebilmek için yeni ittifak arayışları içine girmiş durumda. İstanbul Sözleşmesi’nin iptalini, hayalini kurdukları şeriat devletine giden yolda önemli bir adım olarak görüyoruz.”
Laiklik olmadı ki…
Türkiye’de hiçbir dönemde gerçek anlamda laikliğin olmadığını belirten Gani Kaplan sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bugün tehlike yalnız Aleviler için değil, tüm demokrat çağdaş laik çevreler için var. Hatta tehlike o kadar büyüktür ki, eğer bir yurttaş günlük yaşamını İslam inancına göre yaşıyorsa ama AKP’yi desteklemiyorsa tehlike o yurttaş için de aynı derecededir. Cami imamları kendilerini ayrıcalıklı ve dokunulmaz olarak görüyorlar. Meseleye şu açıdan bakmak gerekiyor: Bir caminin imamı verdiği fetva ile neyin hazırlığını yapıyor yaklaşımı yerine, bu ülkede bir caminin imamı neden devletin memurudur ve maaşını neden devletten alıyor dememiz daha doğru olacaktır.”
Diktatörlük çığlıkları
“Öncelikle sol-sosyalist çevrelerin Alevilere oy ya da militan deposu olarak bakmamayı öğrenmeleri gerekmektedir” diyen Gani Kaplan, “Dünya devrim tarihini okuduk, gördük, öğrendik. Bunda hiçbir sorun yok zaten, fakat Che’nin kaç numara bot giyindiğini bilen ülkemizin devrimcileri, Baba İshak, Baba İlyas, Şah Kalender ve diğerlerini de öğrenmeleri gerekiyor. Halkının gerçek tarihini öğrenen insanların oluşturduğu sivil toplum kurumlarının da demokrasi adına üretimleri, kazanımları artacaktır. Başarı oranları da öyle” diyor. Gani Kaplan, iktidara yakın bazı yayın organlarını ‘sıra hilafette’ diye manşet atmalarının diktatörlüğün cılız çığlıkları olduğunu belirtiyor. Bu söylemlerini tehlikeli olduğunu vurgulayan Kaplan, sözlerini şöyle sonlandırıyor: “Tehlikeli midir evet tehlikelidir. Ama unutmamamız gereken bir şey var ki o da yıllardır halkın inançsal ve kutsalları üzerinden ayrışma, kutuplaşma yaratmaya çalışıyorlar ama bunu çok genel anlamda başaramadılar. Dikkat edilirse “Hilafet isteriz, şeriat isteriz…” gibi sloganları atanlar sadece AKP’nin militarist ve marjinal kadrolarıdır.”