Kimisi kendi eliyle zehir içti, kimisi diz çöktü ama fikrinden vazgeçmedi, kimisinin hayatı ise odun yığınlarının üstünde son buldu. Aradan yüzyıllar geçtikten sonra geriye dönüp baktığımızda, hepsi de yıldızlar gibi parlıyor
Mahkeme salonu, bazen sadece mahkeme salonu değildir. Bazen, özellikle toplumsal süreçlerde, orada sadece basit bir suç-ceza denklemi değil, daha derin bir şey, tarihsel bir hesaplaşma vardır. İnsanlığın binlerce yıllık tarihi boyunca sık sık yaşadık bunu. İyilerle kötüler, ezenlerle ezilenler, kör taassupla bilimin ışığı, sık sık mahkeme salonlarında karşı karşıya geldiler ve hiç tesadüf olmamalı, verilen kararlar ne olursa olsun bu karşılaşmaları, eninde sonunda hep sanık sandalyesinde oturanlar kazandı. Yüzyıllar sonra o davaların savcılarını, hâkimlerini kimse hatırlamadı, tarihin bir köşesinde çürüyüp gittiler. Geriye mazlumların ve inandıkları yolda yürüyenlerin dik duruşu kaldı. Ve tarih, orada, mahkeme salonlarında yazıldı. Şimdi, halkın umudu yargılanmaya başlanırken, o eski büyük hesaplaşmaları hatırlama zamanı…
“Evet, çok defa, bir kimse savaşta silahlarını bırakmakla, düşmanlarının önünde diz çökmekle ölümden kurtulabilir; her şeyi söylemeyi, her şeyi yapmayı kabul eden bir kimse için her türlü tehlike karşısında ölümden kurtulmanın daha birçok çareleri vardır. Yalnız şuna iyice inanınız, yargıçlarım, asıl mesele, ölümden sakınmak değil, haksızlıktan sakınmaktır; çünkü kötülük ölümden daha hızlı koşar, ben yaşlı ve ağır olduğumdan yavaş koşan bana yetişmiştir; hâlbuki beni suçlayanlar kuvvetli ve çabuk olduklarından, çabuk koşan kötülük onlara yetişmiştir. Şimdi ben, tarafınızdan ölüm cezasına, onlar da hakikat tarafından kötülüğün ve haksızlığın cezasına mahkûm edilerek ayrılıyoruz.”
Tarihte ilk değildir belki ama antik çağın en önemli yargılamasıdır Sokrates’inki. Sonradan Platon tarafından yazıya dökülmüş olan savunması, bir ‘suçtan kurtulma’ metni değil, aynı zamanda bir edebiyat eseri olarak tarihe kalmıştır.
Hep aynı suçlamalar
‘Suçlayıcı’ kürsüsünde Meletos ve Anytos vardır… Meletos hakkında pek bilgi yok, genç ve hırslı biri olduğu biliniyor. Anytos ise, Atina’nın sonradan görme güçlü politikacılarından biri olarak biliniyor.
Temel olarak iki suçlama vardır Sokrates’e karşı: dinsizlik ve şehir devletinin gençliğinin yozlaştırmak… Suçlayıcılar, Sokrates’in iki dinsiz eylemi olduğu iddiasındadır: “Şehrin kabul ettiği tanrıları tanımamak” ve “yeni tanrılar oluşturmak.” Suçlayıcılara göre, “Sokrates hem yerin altındakileri hem de göktekileri araştırır. İşgüzarın biridir. Bu nedenle de suçludur. Başkalarına da aynı şeyleri öğreterek, kötüyü iyiymiş gibi gösterir.”
Atina jürileri, yüzlerce erkek-vatandaş gönüllüden oluşan bir gruptan çekilişle seçilir ve yargılama tek duruşma olarak görülürdü. Net olarak bilinmese de 501 kişilik bir jüri karşısındadır Sokrates. 70 yaşındadır ve Meletos’un bütün suçlamalarını, zaman zaman onu sorguya da çekerek yanıtlar; daha doğrusu yargılar. “Atinalılar! Beni suçlayanların üzerinizdeki tesirini bilemiyorum; fakat sözleri o kadar kandırıcı idi ki ben kendi hesabıma onları dinlerken az daha kim olduğumu unutuyordum!” diye dalga geçerek sözlerine başlayan Sokrates, bütün suçlamaları reddederken, kendisinin doğrunun ve hakikatin yolunda olduğunu uzun uzun anlatır. Açıkça, “Anytos’a ister inanın ister inanmayın, hakkımda ister beraat hükmü verin, ister vermeyin; herhalde, iyice bilin ki, bir değil bin kere ölmem gerekse bile, yolumu asla değiştirmeyeceğim” der. Gençleri yoldan çıkarttığı iddialarına karşı, yoldan çıkarılanları ya da onların yakınlarını mahkemede göremediği argümanını dile getirir. Kötü bir muamele görmüşlerse, neden kendisinden intikam alma peşinde olmadıklarını sorar.
Uzlaştırıcıların da önünü şöyle keser: “Sokrates, biz Anytos’un fikirlerine inanmak istemiyoruz, seni serbest bırakacağız ama bir şartla: artık bir daha böyle herkesi sorguya çekmeyeceğine ve filozofluk etmeyeceğine söz vermek şartıyla; bunları yapmakla bir daha suçlandırılırsan, öleceksin” derseniz, kurtulmam için ileri sürülebilecek böyle bir şarta karşı derim ki: Atinalılar, size saygı ve sevgim vardır; ancak, ben size değil, yalnız Tanrıya baş eğerim; ömrüm ve kuvvetim oldukça da iyi biliniz ki, felsefe ile uğraşmaktan, karşıma çıkan herkesi buna yöneltmekten, felsefeyi öğretmekten vazgeçmeyeceğim.”
Son olarak yeniden suçlayıcılarına dönerek onlara kızgın olmadığını söyler ve onlardan bir şey rica eder. Eğer gelecekte oğulları erdem yerine paraya daha çok değer verir ya da sahte bir bilgelik hissine kapılırlarsa, kendilerini bilmezlerse, yapmaları gerekeni yapmazlarsa; oğullarına, kendisinin suçlayıcılarına davrandığı gibi davranmalarını öğütler. Şu etkileyici sözler de savunmasının bir parçasıdır: “Atinalılar, Sokrates’i, bir bilgeyi öldürmüş olmakla, şehrinizi ayıplayacak olanlardan alacağınız kötü üne karşılık, büyük bir karınız olmayacak; ben gerçekte hiçbir şey bilmeyen bir adam olduğum halde onlar bizi kötülemek istedikleri zaman, benim bilge olduğumu söyleyecekler. Hâlbuki biraz daha beklemiş olsaydınız, istediğiniz, tabiatın yürüyüşü ile kendiliğinden yerine gelmiş olacaktı. Çünkü gördüğünüz gibi, yaşım çok ilerlemiştir; ölümden çok uzak değilim.”
Baldıran zehiri içmek
Sonuçta, yaklaşık otuz oy farkla ‘suçlu’ bulunduğunda, kurallara göre kendisine tanınan seçme hakkını kullanırken, hapis ve para cezasını reddeder, sürgünü de istemez. Geriye Meletos’un istediği baldıran içerek ölüm cezası kalır. Sokrates, kimseye lanet de etmeden, vakarla ayrılır mahkemeden. Arkadaşlarının yardımıyla kaçabilme şansı olduğu halde, bunu reddeder ve yasayı bozmak istemediğini söyler. Baldıran zehrini kendi isteğiyle içerek hayatına son verir.
Son sözleri hâlâ bir soru işareti gibi rüzgârda dalgalanıyor: “Artık ayrılmak zamanı geldi, yolumuza gidelim: ben ölmeye, siz yaşamaya. Hangisi daha iyi? Bunu Tanrı’dan başka kimse bilemez.”