Onların okudukları “memleket isterim” şiirine yükledikleri anlam, toprağa ecelsiz düşen canların ‘bakiyesinden’ arta kalan kanlı ve karanlık bir ülke oluşturma hayalleridir. Onların ‘adalet’ çığırmalarını yedi düvele takdim etmelerinin yapı bozumunda barış, adalet, demokrasi ve özgür yaşamı yerle yeksan etmeye kilitlenen “engerek kamaşması” açığa çıkar
Dr. Ayhan Kavak *
Bir gün düşünün. O günde verilen ödül savaş ve ölümden nemalanmış bir sermayeye dayanmış olsun. Ve bir gün daha düşünün. Dünyaya yaşatılan trajediler ardından insanı öne çıkaracak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi imzalanmış ve o gün her 10 Aralık’ta kutlanır olsun. İşte bir kez daha 10 Aralık’ı kutlamaya hazırlanıyoruz…
10 Aralık 1948’de deklare edilen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’yle kişi hak ve hürriyetlerine resmiyet kazandırıldı. Kuşkusuz ki II. Dünya Savaşı’nın ertesinde bu bildirgeye onay verenlerin çoğunluğu sömürgeci devletlerden oluşuyordu. İmzalanan beyanname “Halkların Kendi Kaderini Tayin Etme” hakkını kapsamamaktaydı. Bu hak ancak 1966’daki Uluslararası Sivil ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’yle birlikte kabul edilecekti. Bunu bizatihi halkların kendi kaderini tayin etme yolunda verdikleri bağımsızlık mücadelelerinden ayrıksı ele alınmamalıdır. Defacto durum mevcut hakkın tanınmasına vesile olmuştur. Ne fayda, egemen güçlerin çıkarlarıyla örtüşmediğinde de pekâlâ yok hükmünde görülmüştür.
II. Dünya Savaşı ardından Dünya Sistemi de yeniden dizayna kavuşturulacaktı. Klasik sömürgecilik emperyal devletler nezdinde sürdürülemez boyutlara varmıştı. Dünya Sistemi yapılanması için yeni sömürgecilik kullanışlı bir uygulamaydı. Maksimum kâr elde etme mekanizmasının işler kılınmasında, merkez devletler açısından yeni yöntem ve argümanları devreye sokmak yeni sömürgecilik anlayışıyla örtüşmekteydi. Kerhen kabullenilen “halkların kendi kaderini tayin hakkı” farklı etnik yapılanmalar ve milliyetler tarafından da sahiplenilince Dünya Sistemi aktörleri kendileri için tehdide dönüşen bu hakkı kullandırmadılar.
Konturlarını egemen devlet hakkıyla belirlemekte beis görmeyeceklerdi. Haliyle toplumsallıkla alakalı her şey ötelenirken salt bireyi norm alan haklar öne çıkarıldı. Destek verip kurdukları sivil örgütler dahi bu izlek üzerinden yürüyecekti (Uluslararası Af Örgütü de kolektif haklar yerine birey eksenine oturtulan çalışmaları esas alır). Egemen devletlerce imzalanan bu antlaşmanın altında bir çıkar ilişkisi vardır. Bu yüzden Evrensel İnsan Hakları gibi yakıcı ihtiyaç duyulan beyannameler hegemonik zihniyetler elinde kullanışlı argümanlara dönüşmektedir. Bunu en çok da ABD politikalarında gözlemleriz. ABD, hedefe koyduğu devletlere karşı ‘demokrasi ve özgürlükler’ tesis edeceğiz söylemiyle harekete geçip halklara bomba yağdırmaktan çekinmez.
Bundan dolayıdır ki gök kubbenin altında yükselen feryat ve figanlardan damıtılan acılar kalıcılaşmaktadır. Kim bilir, imzalanan ve yürürlükte olduğu savlanan beyannamelerle temel hakların güvenceye kavuşturulması zorunlu göründü. Lakin mevcut imzalayıcı devletler de mütemadiyen insana dair olan hakları gasp etmekten geri durmadılar. Sonuç itibariyle resmiyete geçirilmesine rağmen ifadeye kavuşmayan antlaşmalarla daha fazla trajediler yaşandı ve yaşanmaya devam etmekte.
İktidar ve devletçi zihniyet kalıplarıyla yazıya dökülen antlaşmaları geride bıraktıkları kanlı ayak izlerinden çıkarsarız. Egemen devletler kolektif hakların halının altına gizlenen toz misali olmasına çalışırlar.
Evet, onların yok saydıkları veya içini boşalttıkları değerlere sahip çıkmak önem arz eder. İnsanlığa biçtikleri kötücülüklerin bilincinde olup 10 Aralık’ın anlam ve öneminin hakkını teslim etmek evladır. Neoliberal saldırganlığın hüküm sürdüğü günümüz konjonktüründe “Devlet Aklı”na inat insanı esas alacak bir konsept belirlenerek olay ve olgulara çözüm üretmek elzemdir. 10 Aralık ekonomik, sosyal, kültürel ve toplumsal hakları da kapsayan bir anlayışa oturtulduğunda günün anlamı daha bir değerli olacaktır. Ne yazık; antlaşmaları hep kapitalist moderniteler belirlemekte. Onlar sömürü çarklarından akıttıkları azami kârı yüksek debilere ulaştırma ihtirasıyla tutuşurlarken, söz konusu insan ve doğa olduğunda da ilk elden yok saymaya, harcamaya meyyaldirler. Nitekim bir nebze de olsa insanlık barındıran sözleşmelerini çiğnemekten hiç vazgeçmesini bilmediler.
Her 10 Aralık’ta Nobel Barış Ödülü verilmesi de gelenekselleştirildi. O ödül ki savaş meydanlarında patlatılan dinamitlerden kazanılmış paralarla 1895’ten beri birilerine peşkeş çekilmekte. İnsanlığı ve doğayı yok etmede kullanılan patlayıcılardan kazanılan servetin belirlenmiş bir meblağı da Barış Ödülü adı altında dağıtılmakta. İşin garabeti de özellikle siyasi iktidar sürdürücülerinin çokça aldıkları ödül olagelmiştir. Veya onların belirlediği kişilere siyaseten bahşedilmektedir.
İsrail, Güney Afrika, ABD gibi devletlerin başkanları dahi bu ödülle onore edilmişlerdir. Ödül aldıklarında bile yaptıkları konuşmalarla savaşa kılıf uydurabilmiştir. Örneğin Obama, ödül töreni konuşmasında savaşı kutsamaktan geri durmamıştı. Keza Apartheid rejiminin son başkanı De Klerk ANC ile antlaşma yapmasından yakın zamanda ölmesine değin bir kez olsun Güney Afrika’daki siyahlardan özür dilememiştir. O konjonktürün dayatılmasıyla antlaşmayı kabul etmiştir.
Ödüller ve günler kapitalist sisteme tapulandığı müddetçe her daim bağlamından kopartılmaya açıktır. Obama ve De Klerk bunun somut nişanesidirler. Her nerede olunursa olunsun bir başkasından beklenecek/gelecek adalete tabiiyet iktidara meşruiyet kazandırma tehlikesini taşır. Başkasından medet ummak haklar ve özgürlüklerin tahrif edilmesine kapı aralar. Egemenlerin dillerine pelesenk ettikleri adalet, demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi kavramsallıkların oluruna bırakılmamalı!
Onların okudukları “memleket isterim” şiirine yükledikleri anlam, toprağa ecelsiz düşen canların ‘bakiyesinden’ arta kalan kanlı ve karanlık bir ülke oluşturma hayalleridir. Onların ‘adalet’ çığırmalarını yedi düvele takdim etmelerinin yapı bozumunda barış, adalet, demokrasi ve özgür yaşamı yerle yeksan etmeye kilitlenen “engerek kamaşması” açığa çıkar. Siyasi iktidarlardan gelecek haklar söylemi ses çıkaran boş teneke tıngırtısından gayrı bir anlam taşımamaktadır.
Evrensel İnsan Hakları ve özgürlüklerin inşası ancak kurumsal kılınmış statükoların galebe çalınması ardından anlamlılaşacaktır. Ozanın nidaladığı gibi; yeryüzü aşkın yüzüne çevrilmesine olan umut ve özlemle 10 Aralık İnsan Hakları gününüzü kutlarım.
————————————
* Siverek 1 nolu T Tipi Cezaevi