Mültecilerin büyük çoğunluğu son zamanlardaki önemli birkaç göç dalgası sırasında yaklaşık 2 milyon göçmen kabul eden Almanya’ya gitmeye çalışıyorlar. Washington ve Brüksel son on yıldır Ortadoğu’da uyguladıkları ve bölgede “herkesin herkesle savaştığı” bir ortamın doğmasına neden olan politikalarını radikal bir şekilde gözden geçirecekler mi?
Andey Areşev*
Görev süresi sona eren Almanya Başbakanı Angela Merkel ile Belarus Cumhurbaşkanı Alexander Lukashenko arasındaki telefon görüşmesinden sonra, bazı Avrupa medyası AB’nin “doğu” sınırındaki göç krizi sorununun çözüldüğünü duyurmak için acele etti. Gerçekten de Grodno bölgesindeki Bruzgi sınır kapısının yakınındaki derme çatma kamp gözle görülür şekilde boşaldı ve kamp sakinleri (çoğunlukla Ezidiler, Kürtler ve Irak’tan ve kısmen Suriye’den Araplar) yavaş yavaş tarihi vatanlarına geri döndüler. Kürdistan Bölgesel Yönetimi tarafından yapılan açıklamaya göre 18 Kasım’da Minsk’ten özel bir uçakla Erbil Havaalanı’na 400’den fazla göçmen geldi. Yerel makamlara göre, şu anda Belarus, Polonya ve Litvanya sınırlarında yaklaşık 8 bini Irak Kürdistanı’ndan olan 20 binden fazla insan mahsur kalmış durumda (gerçekte bunlardan daha fazlasının olması mümkündür).
Sorunun nispeten yerel nitelikte olmasına rağmen, Batı iyi niyetli olsaydı, nispeten acısız bir şekilde çözülebilecek bir sorun, kendilerini Avrupa Birliği’nin doğu sınırlarının yenilmez muhafızları olarak gösteren “soylu efendiler”, durumdan maksimum propaganda yaratmaya çalıştılar. Diyelim ki “İhtiyar Avrupa”yı “diktatör Lukashenko” ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından bizzat yönetilen “barbar ordularından” koruyanlar cesur Polonyalılar.
Bu arada mültecilerin çoğu elbette etnik olarak homojen olmamakla birlikte, bunların nihai hedefi Polonya’a gitmek değil. Mültecilerin büyük çoğunluğu son zamanlardaki önemli birkaç göç dalgası sırasında yaklaşık 2 milyon göçmen kabul eden Almanya’ya gitmeye çalışıyorlar. Aslında yoksul, öfkeli bir kitlenin ortaya çıkması, Batı (Polonya dahil) sömürgeciliğinin uzun vadeli uygulamalarının bir sonucu ve kaçınılmaz bir ürünüydü. Bu durumu ortaya çıkaran, son yıllarda Ortadoğu’da Afganistan ve Irak’ın işgali, ünlü “Arap Baharı”, Suriye karşıtı yaptırımlar ve “demokrasinin diğer meyveleri” oldu
Afganistan ve Irak’ta sosyo-politik ve sosyo-ekonomik durumun hızla bozulmasının ortaya çıkardı sonuç, bugün “Avrupa kapılarında” beliren binlerce ve yüzbinlerce mülteciye kıyasla çok daha büyük olma ihtimali var. Burada özellikle Kürt özerk bölgesinden (Yönetim merkezi Erbil’dir) mültecilerin çokluğuna dikkat edilmelidir- Mevcut durumda Irak’ın kuzeyinde, Irak ve Suriye’yi çevreleyen kaos ve ekonomik yıkımın ortasında göreceli bir refah ve güvenlik vahası olarak sunulan yarı devlet bir varlık.
Ancak, dünya krizinin bu şiddetli kasırgası, bölgesel istikrarsızlığın şiddetlendiği hassas sınırlara sahip bu bölgeyi pas geçmedi. Birçok yönden kritik olarak Amerikan askeri vesayetine bağımlı ve aynı zamanda zor zamanlardan geçen komşu Türkiye ile ekonomik olarak da bağımlı. Böylece, 16 Kasım’da Dohuk’taki bölgesel forum sırasında, Irak Kürdistan Başbakanı Mesrur Barzani, başta dünya enerji fiyatlarındaki düşüş (bölgenin ihracatının ana maddesi, genel olarak Irak gibi), yerinden edilmiş çok sayıda kişinin varlığı ve Bağdat’taki «federal» hükümetle ilişkilerin düzensizliğinden kaynaklanan ciddi sorunların varlığını kabul etti. Buna ek olarak, yerel yönetimlerdeki yolsuzluklardan (esas olarak Barzani Aşireti tarafından Kürdistan Yurtsever Birliği’nin kontrolündeki bölge hariç), yetersiz yönetimden ve belediye hizmetlerinin kalitesizliğinden kaynaklanan periyodik protestoları da ekleyelim.
Örneğin, geçtiğimiz ilkbahar ve yaz aylarında, bölgesel yönetim başkenti Erbil’in birçok mahallesi bile, bu “Kürt Dubaisi”nin yüksek katlı binaları ve çeşmeleriyle (işsizlikten kaçarken birçok vatandaşın taşındığı kırsal alanlardan bahsetmiyorum bile) uzun süre susuz kaldı.
Yerel istihbarat teşkilatları tarafından aktif olarak bastırılan protesto eylemleri koordinasyonsuz ve yerel olmasına rağmen yapıldı ve daha organize olmaları durumunda güçlü bir siyasi güce dönüşmeleri mümkündü. Suriye’nin kuzeyindeki askeri operasyonlar ve periyodik Türk istilaları, kaderi hala belirlenemeyen birkaç yüz bin mültecinin ortaya çıkmasına neden oldu.
Suriye’nin kuzeyindeki askeri operasyonlar ve periyodik Türk istilaları, kaderi hala belirlenemeyen birkaç yüz bin mültecinin ortaya çıkmasına neden oldu. Durum, Kürt bölgelerindeki keskin çatışmalar ve Bağdat ile Erbil arasındaki toprak anlaşmazlıkları, örneğin Irak’ın batısındaki ağırlıklı olarak Êzidî bölgesi Sincar (Şengal) durumu, Belarus-Polonya sınırında daha çok Êzidî göçmenin olmasının nedeni. 2014-2015 yıllarında yaşanan şiddetli savaşın tahrip ettiği bir bölgede terörist «halifelik” ile muhalif silahlı gruplar faaliyet gösteriyor ve bu da Şengal’i daha az yaşanabilir hale getiriyor.
Özellikle IŞİD militanlarının ailelerinin bölgeye kısmen geri dönmesi istikrarsızlığı körükleyen nedenlerden biri. Zira özellikle Ninova Bölgesi’nde farklı dinler arası çatışma ve bunların neden olduğu kitlesel göçler var.
Son olarak, Amerikan askerlerinin büyük bölümünün Irak’tan çekildiği iddiası, Kürt bölgelerinde endişelerin artmasına neden oluyor. Özellikle bu korkular, Amerikalıların Afganistan’dan aceleyle kaçışı ve onları kendi kaderine terketmesinden sonra yoğunlaştı. Çünkü, Amerikan karşıtı güçlerin intikam beklentisi oldukça yüksektir ve bu, birçok Kürt’ün önceden yaşadığı yeri değiştirmeyi düşünmesine neden oluyor ve bu yolda herhangi bir nesnel zorluk veya yapay engelle durdurulamıyorlar.
2000’lerin sonlarında, Kürt Özerk Bölgesi’nin o zamanki hükümet başkanı Mesud Barzani, “Amerikalıların tahliyesinden önce mevcut toprak sorunları çözülmezse, Irak’ta Araplar ve Kürtler arasında bir savaş başlayacak” demişti.
O zamandan beri, mevcut sorunlar hafiflemedi, tam tersine daha da ağırlaştı.
Hem Bağdat hem de Şam, fiili Kürt özerk birimlerinin yetkilerinin kabul edilemez derecede aşırı olduğunu düşünüyor ve olası yenilgi durumunda Avrupa’ya mülteci akını önemli ölçüde artacaktır. 1996 yılında, Güvenli Liman Operasyonu sırasında yaklaşık 7.000 ABD müttefiki Kürt, Saddam Hüseyin rejiminin derhal misilleme tehdidi altında bulundukları Irak’tan hızla hava yoluyla tahliye edildi. Şimdi, mantıksız olmamakla birlikte, Batılı patronların kendilerine inanma ihtiyatsızlığına sahip olanlara en azından maddi destek sağlama yükümlülüğünü belirten çok sayıda potansiyel göçmenden bahsediyoruz. Bu sadece Amerikalılar için değil, aynı zamanda Irak’ta malzeme ve teknik teçhizat ve yerel silahlı oluşumların eğitimi dahil olmak üzere çeşitli girişimlere ve projelere aktif olarak yatırım yapan Avrupalılar için de geçerlidir.
Bugün, bazı Alman belediyeleri, eski Mezopotamya topraklarında birçok yönden askeri müdahalelerin kurbanı haline gelen mültecileri kabul etmeye hazır olduklarını ifade ediyor; federal yetkililerin konumu ise hala farklıdır. Bu arada, bu durumdan çıkmanın tek rasyonel yolu, işgalciler tarafından tahrip edilen altyapının restorasyonu da dahil olmak üzere, yok edilen bölgeyi istikrara kavuşturmak için Batı’nın gerçek ve beyana dayalı olmayan girişimleri çabaları olmalıdır. Washington ve Brüksel son on yıldır Ortadoğu’da uyguladıkları ve bölgede “herkesin herkesle savaştığı” bir ortamın doğmasına neden olan politikalarını radikal bir şekilde gözden geçirecekler mi? Bu pek mümkün görünmüyor. Bu demek oluyor ki Batı yeni göç dalgalarına hazır olmalıdır
* Voyenna Politiçeskaya Analitika sitesinden alınmıştır
* Çeviri: Aysel Tabak