“Tanrı’nın verdiği harfler onlardan uykularından alınıyor. Sayıların harflerden oluştuğu ona unutturuluyor. Çocuk için artık 7 7’dir, Bahçelievler değil… 17 17’dir, Erdal EREN değil… 33 33’tür, Dersim’e TUNÇ bir Elin sıktığı kurşun değil… 1 1’dir, Mayıs’larda birdirbir oynanan alanlar değil!” Niyazi Zorlu (Hergele Aşıklar)
Sayıların, harflerin anlamının yitirildiği, topluma yönelik katliamların, mücadele günlerinin, anmaların, bayramların yaşandığı zamanı matematiksel bir rakam olarak ele alındığı bir anlayışı ifade eder girişteki paragraf. İktidarcı anlayış bu zihniyetle beraber demokrasi mücadelesi veren canları bir sürü gibi görür, sayısal bir kütle olarak kabul eder. Artık rakamlar iktidarın hükmettiği, denetim altına aldığı bir yaşamı ifade eder. Toplumun mücadele ederek var ettiği değerleri, birikimi, maddi manevi, kültürel yaşamı sadece sayısal değerlerle ifade etmek, toplumu kitle ya da yığın haline getirmek deryayı bardağa sığdırmaktır.
Hakikat ve özgürlük arayışında tarihe iz bırakan bazı günler, yaşanmışlıklar, ölümler vardır. Bazı tarihler takvim yaprağında okunup atılacaklar listesinde yer almaz. Kitap ya da defter arasına konulur, okundukça kıymeti artar, insanın gönül sarayında mekan tutar ya da gelecek kuşaklara tarihi bir miras olarak bırakılır.
17 Haziran artık 17 rakamı değildir. Artık ne Deniz bir su birikintisidir ne de poyraz bir hava akıntısıdır. Artık “Deniz Poyraz esiyor yelkenleri şişirenler alabora olacak” denilen demi devrandayız. 17 Haziran’da anaların, cümle canın, yerin göğün, havadaki kuşun, yerdeki karıncanın, deryadaki baliğin “Artık yeter” dediği gündür. Havarların arş-ı âlaya ulaştığı, masum u pak olan Deniz canımızın toprak anaya mihman olduğu gündür.
17 Haziran doğarken masum u pak olan birisinin nasıl bir katile dönüştürüldüğünü, hangi tedrisattan geçtiğinin, daha neler yapabileceklerini hatırlayacağımız gündür. Öldürme yetkisinin Nahak zihniyetler tarafından meşrulaştırıldığı gündür. Bir kimliğin inşasında, “kutsal bir dava” uğrunda “ötekinin öldürülmesinin normalizasyonu” senaryosunun çekimlerinin yapıldığı gündür. Rıza toplumu sürekleri yıllardır bu oyunu biliyor. Senaryo aynı senaryo, yönetmen aynı yönetmen sadece dönemsel aktörler değişmiştir.
Varlığını güçlü olduğuna inandıkları bir organizasyona teslim eden, özgür iradeli olamayan, biat eden kişiler; toplumu, kimliği, dini, milli değerleri koruma adına çok rahatlıkla “öteki olarak” öğretilen bir topluluğun bireylerini öldürürler. Bu topraklar bu tür ölümleri hep yaşadı, hâlâ yaşıyor. Her dönem de “çıbanbaşı” olarak görülen Kürtler, Aleviler, demokratik siyaset mücadelesi verenlerin hedef alınması bir tesadüf müdür?
Hakikate yabancılaşan insan ya da toplum; görmeyen, dokunmayan, duymayan bir durumdadır. Zaman yaşananları görmek, duymak, bilince çıkarmak; dertlere derman olmak zamanıdır. Bu yaşananlar demokratik siyaseti merkeze alanlara tarihsel sorumluluklar yüklemektedir. Deniz Poyraz canımızın katledilmesine yüzeysel yaklaşmak, derinlikli kavrayamamak, “yalnız kurt” şeklinde tanımlamak, dolaylı da olsa yaşatılan zulme ortak olmaktır. Doğa bir denge halinde, ölüm ve doğum arasında diyalektik bir ilişki kurmuştur. Her varlığa bu hakikati ile bu hakkı tanımıştır. Zamanlı ölüm, hayırlı ölüm, eceliyle ölmek doğanın ölçüsü doğrultusunda gerçekleşen ölüm şeklidir, Deniz Poyraz eceliyle ölmedi. Yaşamları eşit olmayanların ölümleri de eşit değildir.