Yaşadığımız demi devranda her an bir tarihtir. Göz açıp kapayıncaya kadar yaşananlar anlık olaylar ve olgular değildir. Olay ve olgulara bütünlüklü yaklaşmak hakikatçi bir yöntemdir. Tarihsel ve toplumsal gelişmeler diyalektik bir bütünlük içinde ele alındığında bir anlam ifade eder.
Olay ve olguları sadece güncel ya da sonuçlar üzerinden değerlendirmek son derece yetersiz kalır, yanılgılara yol açar. Geçmiş, güncel ve gelecek birbiri ile ilişkilidir. Bugün yaşananlar geçmiş ile bire bir bağlantılıdır ve geleceği de belirler. Geçmiş ile güncel aynı zamanda geleceği de içinde barındırır.
Taliban’ın 20 yıl sonra tekrar Afganistan’a girmesi her ne kadar ki güncel bir olay gibi görünse de geçmişle ilişkisi vardır. Kapitalist modernist güçler uzun yıllardır halklar, klanlar, kabileler arasında karşıtlığı derinleştirerek kaos ve kriz yaşatarak kendisine alan açmaktadır.
Özellikle İnsanlığa ait ilk izlerin görüldüğü Ortadoğu ve Mezopotamya’da kültürel direniş hattı, direnen halk gerçekliği hâlâ aktif bir fay hattı gibidir, canlıdır, sürekli patlama halindedir. Binlerce yıldır iktidarcı güçlere karşı en zor anda bile yeniden doğuşunu gerçekleştirmiş, devletli güçlere karşı halkların direniş hattı tarihe yön veren olmuştur. Bölgede yaşanan gerçeklik demokratik toplum değerleri ile kapitalist modernist anlayışın 3. dünya savaşıdır. Bu savaş kendi içinde bir çözümü var edecektir.
Yaşanan bu üçüncü dünya savaşının kapsamı, yöntemi, nedenleri ile daha önce yaşanan dünya savaşlarından hayli farklılık göstermektedir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni sürece göre konumlanan kapitalist modernist güçler, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra kendilerine yeni pazarlar ve hükümranlık alanları bulmaya çalıştılar. ABD kendisini dünyaya yön veren ülke olarak ilan etti, artık dünyanın yeni bir efendisi vardı.
Dünyanın yeni efendisi ve zihniyeti kendi sistemlerinin devamlılığı açısından “öl ve öldür” anlayışı vazgeçilmez politikaları oldu. Artık doğal ölüm biçimi insanlık için arayıp da bulamadığı bir durumdu. Özellikle rıza toplumu sürekleri, hakikat ve özgürlük arayışında olanlar için “ hayırlı ölüm” istenen bir durum olmuştu. Bu modern güçlere karşı kültürel direniş hattı ve direnen halk gerçekliği sürekli kendini devriye ediyordu.
Kapitalist modernist güçlerin Ortadoğu ve Mezopotamya’da din ile devlet, din ile siyaset arasında kopmaz bağları her zaman olmuştur. Bu zihniyet yapılanması yeni bir durum değildir. İnancın insanlaşma, ahlak ve toplumsallaşma ile bire bir aynı olduğu, toplumun ihtiyacından fazlasını ürettiği bu fazlalığa kurnaz eril zihniyetin zor ve hile ile ele geçirdiği günden beri din iktidar aracı haline gelmiştir. Dindeki ahlak paydası kalmayınca halkların kalbine paslı bir hançer olarak saplanmıştır.
Kapitalist modernist güçler kontrol ve denetim altına aldıkları tüm toplumların inançlarına yönelik bir toplumsal mühendislik projeleri her daim olmuştur. Din artık mutlaklaşan, tekleşen, erilleşen bir zihniyet halini alarak “karşı dine” dönmüştür. Demokratik toplum değerlerine karşı özenle işlenen, toplumu kontrol ve denetim altına alan bir yönetim ideolojisi olmuştur. Bu yöntem ideolojisi İslamiyette karşıt İslam halini almıştır.
Meydana gelen üçüncü dünya savaşı Mezopotamya ve Ortadoğu’da ahlaksızlığın dibe vurduğu durumun ismidir. Kadın, çocuk, birey, toplum ve doğa üzerinde sınırsız taciz ve tecavüz bir yöntem haline gelmiştir. Doğal ölüm denilen ölüm biçimi adeta literatürde silindi.
Savaşların sonucunda oluşan göç ve mülteci akını iktidarcı güçler için emeğini sömüreceği matematiksel yığındır. Ötekilere karşı hazır kıta bekleyen müfreze demektir.