Pandemi ile sarsılan dünyanın her yanında buruk bir işçi bayramı daha yaşanıyor. Salgının tırmanışına bağlı kısıtlamalar, Türkiye’nin emekçi kitleleri için de oldukça hazin ve ‘sanal’ bir 1 Mayıs’a bir kez daha vesile oluyor. Sendikal mücadele ve sol hareket içinden gelenlerin çoğunluğu, bu durumun geçiciliğine vurgu yaparak, mücadelenin kaldığı yerden süreceği ve işçilerin birlik ve dayanışma bayramının yine her yıl alanlarda coşkuyla kutlanacağı öngörüsünde bulunuyorlar. Ülkenin toplumsal yapısı ve dinamikleri göz önüne alındığında hiç de yersiz bir kehanet gibi görünmüyor.
Toplumsal dinamikler, belli tarihsel dönemlerde belli mücadeleleri üretiyor. İkinci Meşrutiyet döneminden itibaren Türkiye’nin modern tarihinde örgütlü işçi mücadeleleri hep var oldu. Aynı dönemden başlayarak bir kadın hakları mücadelesinin ve ulusal haklar mücadelelerinin de aynı tarih boyunca var olduğunu saptayabiliriz. Her üç mücadele de İttihat Terakki rejiminden günümüze kadar ‘müesses nizam’ tarafından düşmanca algılandı ve ezilmeye çalışıldı.
20. yüzyıl Türkiyesi’nde, tarımda modernleşme, kentleşme ve sanayileşme sarmalı içinde sayısı sürekli artan işçi nüfusuna paralel olarak işçi hakları ve sendikalaşma mücadelesi de sürekli büyüdü ve önemli haklar elde etti. 1980 darbesinden itibaren ise işçi hakları mücadelesi, bir ‘milli güvenlik tehdidi’ algısı içinde sürekli kriminalize edildi ve devlet terörüne maruz kaldı.
Müesses nizamın hasmane politikaları yanında toplumsal yapı ve buna paralel olarak çalışma hayatında önemli değişimler gerçekleşiyordu. 1950’lerden itibaren kentlere göç ederek kayıt dışı ekonomik faaliyetlerde çalışmak zorunda olan ve ‘kent yoksulları’ olarak tabir edilen nüfusta gerçekleşen artış, emeğin klasik kompozisyonunu sürekli dönüştürmekteydi. Öte yandan, 1980’li yıllardan itibaren kapitalist üretim sürecinin yeni modellerinin Türkiye’de uygulanmaya başlamasıyla birlikte emeğin niteliği ve işgücü örgütlenmesi de farklılaşmaya başlamıştı. Standart istihdam ilişkisine dayalı yapı zayıflıyor, yerini esnekliğe dayalı, yoğun teknoloji ve hizmet sektörü ağırlıklı bir istihdam yapısına bırakma eğilimi gösteriyordu. Klasik istihdam yapısına dayalı olarak gelişmiş olan sendikacılık da, yeni işgücü modeline ve üretim sürecine dayalı politikalar geliştiremediği oranda zayıflamak durumundaydı.
İşsizliğin, güvencesiz istihdamın ve sendikasızlaşmanın giderek arttığı koşullara günümüzde pandemi tehlikesi ve kapanma zorunluluğu da eklenmiş bulunuyor. Öte yandan, 2002’den bu yana ülkeyi yöneten siyasal İslamcı iktidar, örgütlü topluma olan düşmanlığının bir yansıması olarak İslamcı oligarklara ve kendi siyasal çizgisine sadık sendikalar kuruyor; bunlar aracılığıyla emek örgütlerini parçalama ve sosyal devlet yerine kendi ‘mütedeyyin korporatizm’ vizyonunu hayata geçirme yolunda sistematik adımlar atıyor.
Yalnızca pandemi kısıtlamaları nedeniyle değil, bütün bu siyasal ve toplumsal tablo içinde vuku bulduğundan dolayı 1 Mayıslar özellikle son iki yıldır buruk ve hazin duygular içinde yaşanıyor olmalı. Ama üretilen değerlerin dağılımındaki eşitsizlik ve sosyal adaletsizlik var oldukça işçi dayanışması ve mücadelesinin de yeni örgütlenme modelleri yaratarak yükselmesi kaçınılmazdır. Dahası, yakın tarih boyunca ‘müesses nizamın’ tehdit olarak algıladığı kadın hareketi ve Kürt özgürlük hareketi, özellikle 1990’lı yıllardan bu yana emek mücadelesinin rakibi değil müttefikleri olarak yükselme ivmesi içindedir. 8 Mart’lar ve Newrozlar, 1 Mayıs’ların kardeşleri ve yoldaşlarıdır. Özgürlük, barış, eşitlik ve sosyalizm mücadelesi hangi şartlar altında olursa olsun birlik ve dayanışma içinde güçlenmeyi ve yükselmeyi bilir.
Biji yek gulan!