Seçimlerin en geç 2023 yılı içinde yapılması gerekiyor ve kamuoyu yoklamaları, Erdoğan önderliğindeki AKP’nin hızla oy kaybettiğini gösteriyor. AKP-MHP bloğu, yüzde 30’un altına düşmüş durumda. Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı seçilme şansı da her geçen gün azalıyor.
Siyasal iktidarın öncelikli çabası, seçime geri sayım içinde bu olumsuz tabloyu tersine çevirmeye odaklı. Bugüne kadarki taktik, HDP’yi ötekileştirerek CHP-İyi Parti bloğunu parçalama üzerine kuruluydu. Ama seçim tarihi yaklaştıkça Kürt nefreti üzerine kurulu bu taktiğin sürdürülme imkânı zayıflıyor. Bu durumda, MHP lideri Bahçeli’nin de katılımıyla düşük seçim barajı ve daraltılmış bölge sistemine dayalı yeni bir seçim kanunu ile hassas aritmetik hesaplar yapıldığı görülüyor. Sandığa gelene kadar ise, dindar/muhafazakâr seçmeni AKP çatısı altında yeniden birleştirmeyi hedefleyen önemli siyasal ve ideolojik manevralar gündemde.
Bu yoldaki önemli bir hamle, yirmi yıl önce AKP’yi kurarken Tayyip Erdoğan ve arkadaşları tarafından çıkarılan ‘Milli Görüş’ gömleğini yeniden giyme girişimi. Milli Görüş’ün ‘emanetçisi’ Oğuzhan Asiltürk ile yapılan görüşmelerin ilk meyvesi, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararı oldu. Yakın zamanda Erdoğan’la yeniden görüşen Asiltürk, Saadet Partisi’nin yirmi milletvekili karşılığında cumhur ittifakına gireceğini belirtti. Seksen altı yaşındaki Asiltürk’ün bu beyanının hemen ardından Covid-19 teşhisiyle hastaneye kaldırılmış olması, Erdoğan açısından önemli bir kaygı kaynağı olmalı.
Aynı rotada, Gülen cemaati ile yeniden diyalog kurma girişimi olduğu iddiası da soruşturulamaya değer bir başka ayrıntı. Erdoğan’ın ‘kara kutusu’ olarak anılan Mücahit Aslan’ın ABD’de cemaatle görüşme talebinde bulunduğu, Emre Uslu tarafından doğrulandı. Seçim tarihi netleştiğinde FETÖ sanıklarından bir kısmının tahliye edildiğini görmek sürpriz olmayacak.
Dindar seçmen kitlesini yeniden kazanarak konsolide etme yolundaki en önemli girişimin, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ı cepheye sürerek laiklik tartışması üzerinden bir dindar/dinsiz kutuplaşması yaratmak olduğu gözleniyor. İktidarın en güçlü de-sekülarizasyon sinyali, adli yıl açılışında yüksek hakim ve savcılara Erbaş önderliğinde dua ettirmek oldu. Ama kısa bir zaman dilimi içinde Diyanet başkanından ardı ardına gelen beyanlar bombardımanı, yargının İslamlaşması önerisinden daha fazlasını içeriyor. Sosyal medyayı İslami esaslar çerçevesinde düzenleme çağrısı; yeme/içmenin ve gündelik hayatta kullanılan dilin günah/mubah/sevap ölçütlerine göre kodlanması; ticari, toplumsal ve özel alanların inanç ekseninde yeniden düzenlenmesi gereğine vurgu. Bu beyanlar, hayatın siyasal, kamusal ve özel kurumlarının tamamını içeren devlet, toplum, aile ve hatta birey düzeylerinin bütününe yönelik kapsamlı bir totaliter müdahalenin habercisi. Aslında Ayasofya’nın camileştirilmesiyle başlayan bu kombine de-sekülarizasyon ve İslamizasyon hamlesinin seçim tarihi yaklaştıkça yoğunlaşması; yasal düzenlemeler, yasaklar ve yaptırımlarla tahkim edilmesi beklenmelidir.
Dindar seçmeni birleştirmeyi hedefleyen bu hamleler, öncelikle yükselme trendindeki Deva ve Gelecek partilerinin önünü kesmeyi ve Saadet Partisi’ni iktidar saflarına çekmeyi amaçlıyor. Bunlara ilaveten 2015’ten bu yana HDP’ye akan dindar Kürt oylarının da AKP’ye geri döndürülmesi planlanıyor. Ama Müslümanlık/dinsizlik ekseninde gerçekleşecek ideolojik kamplaşmanın seçim aritmetiğine doğrudan yansımasının hiçbir garantisi yok. Aritmetiğin değişmemesi durumunda Erdoğan yönetimindeki siyasal iktidarın yürürlüğe koyması muhtemel ‘B planı’ bundan sonraki yazıların konusu olacak.