Erdoğan’ın Diyanet üzerinden tövbe edip dine-imana geri dönüşünün ve akla gelebilecek diğer popülist hamlelerin seçim tablosunu değiştirme ihtimali olmadığı kamuoyu yoklamaları sonuçlarından anlaşılıyor. Aksine, ‘Kürt sorunu yoktur’ mealinde açıklamaların, tablonun vahametini artırdığı gözleniyor.
Bu tabloyu tersyüz ederek yeniden seçim kazanmanın tek yolu, güvenlikçi söylemin ve beka tehdidi paranoyasının tetiklenmesi. Kürt meselesinin çözümü üzerine sorunun müsebbibi CHP önderliğindeki muhalefetin bile girişimlerde bulunduğu bir dönemde, Kürtler üzerinden bir çatışma ortamı yaratmak zor görünüyor. Ama Ortadoğu uzmanları, güvenlikçi paranoyanın Suriye’ye savaş ilan ederek sağlanması ihtimalini vurguluyorlar. Buna göre, Türk devleti himayesinde cihatçı çeteler çöplüğü haline dönüşmüş olan Cerablus ve İdlib’in, 82’nci TC vilayeti olarak resmen ilhak edilmesi sonucu Suriye devletiyle fiili bir savaş halinin ortaya çıkması Erdoğan’ı kurtarabilir.
Erdoğan, son ABD ziyaretinde başkan Biden’la görüşebilseydi muhtemelen Rusya’yı bölgede zora sokacak böyle bir plan önerecekti. Çünkü Türkiye’nin Suriye’yle savaşması ancak Rusya’nın ABD tarafından nötrleştirildiği koşullarda mümkündür. New York dönüşü hayal kırıklığını ifade ettiği konuşma içinde önümüzdeki hafta Putin’le yapacağı görüşme bağlamında kullandığı, ‘Suriye devleti bizim topraklarımızı tehdit ediyor’ mealindeki açıklamalar ve Putin’le baş başa görüşeceği şeklindeki ifade, son çare olarak Rusya’ya böyle bir teklifte bulunma ihtimalini akla getiriyor. Ama Putin’in bir günü diğerine uymayan Erdoğan’ı büyük fedalar sonucu avucunun içine almayı başardığı Esad’a tercih etmesi pek olası gözükmüyor. İdlib’de görevliyken geçen hafta TSK’dan istifa eden beş general, muhtemelen bu açmazı idrak ettikleri için böyle bir davranışta bulundular.
Bu durumda nasıl bir ‘B planı’nın devreye sokulacağı merak konusu. Rivayetler muhtelif: Birinci çare, seçimin yaptırılmaması, ikinci çare ise seçim sandıklarına ve sonuçlarına şiddet içerikli müdahale.
Birinci senaryo, ‘ikinci bir emre kadar’ seçimlerin askıya alınmasını öngörüyor. Bu yolda, Sedat Peker ve Ahmet Nesin’in iddiaları, yakın gelecekte önemli siyasi suikastlar olabileceği yönünde. HDP İzmir il binasına geçtiğimiz Haziran ayında yapılan saldırının, aslında bir siyasi suikast, hatta toplu katliam amaçlı olduğu düşünülüyor. Saldırı saatinde binada parti ileri gelenlerinin katılacağı bir toplantı olacağı ancak katil Onur Gencer’in bilgisi dışında toplantının son anda iptal edilmiş olduğu anlaşılıyor. Tetikçi, bu durumda saldırı mahallinde bulduğu tek kişi olan parti çalışanı Deniz Poyraz’ı öldürmekle ‘yetinmiş’ oldu. Siyasi suikastlar zincirinin olası kurbanlar arasında, 15 Temmuz’dan şans eseri sağ çıktığı anlaşılan Binali Yıldırım’ın adı geçiyor. Peker ise, Alevi toplumun önde gelen isimlerinin ya da cem evlerinin hedef alınabileceğini ısrarla vurguluyor.
Senaryo, böyle bir suikastın ya da kitle katliamının ardından çıkacak toplumsal kargaşa içinde AKP’nin tam kontrolü altında görünen ordu ve polis yanında, bir paralel ordu gibi çalışan SADAT adlı silahlı örgütün de sahaya sürüleceği yeni bir çatışma ve olağanüstü hal durumu yaratılması olarak devam ediyor. Ayrıca ÖSO ve daha sonra MSO olarak çeşitli cihatçı grupların bileşiminden oluşturularak Suriye, Libya ve en son Ermenistan’da Türkiye’nin vekâlet çeteleri olarak görev yaptığı bilinen İslamcı grupların da bu denklem içinde yer alacağı düşünülüyor. Son aylarda Afgan ordusundan kaçarak Türkiye’ye İran üzerinden giriş yaptığı düşünülen bazıları üniformalı binlerce genç erkek mültecinin varlığı da aynı bağlamda telaffuz ediliyo.
(Devam edecek.)