Muhalefetin bütün müfrezeleri kış taarruzu nizamına geçmiş bulunuyor. Bu gelişmeyi ateşleyen moralin, kamuoyu yoklamaları kadar Erdoğan’ın alışıldık formunu kaybetmesinden de kaynaklandığı anlaşılıyor. Kamuoyunda, başkanlık sistemini tasfiye ederek parlamenter düzene geri dönüşü içeren ortak bir yol haritasının oluşması yönünde bir beklenti oluşmuş bulunuyor. Cumhurbaşkanlığına aday olması muhtemel isimler tartışılıyor. Ekonomiye yapılan müdahaleler, inandırıcılık ve güven yerine haklı nedenlerle kuşku ve panik yaratmaktan başka işe yaramıyor. Saray çevresinde devlet ihaleleriyle palazlanan büyük inşaatçı firmalar artık neredeyse kriminal muamelesi görüyor. Aslında özellikle 2016’dan beri varlıkları ve faaliyetleri bilinen Sadat/ASAM ve Tügva/Türgev başta olmak üzere saray bağlantılı paramiliter yapılaşmalar ve ‘vakıflar’, popüler zihin sathında artık paralel devlet kurma girişimin delilleri algısıyla negatif kodlanıyor. Özellikle yürütme ve yargı erklerine yönelik güven sürekli buharlaşırken iktidarın nizami ya da gayrı nizami aygıtlarının tamamı meşruiyetlerini kaybediyorlar.
Muhalefetin cesareti, ‘Batı’nın son haftalarda yaktığı kırmızı ışıktan da kaynaklanıyor. FATF ‘gri listesine’ girmekle Türkiye ‘kara para aklama ve terör finansmanı’ suçlamalarından açıkça mahkum edilmiş oldu. Bu haber, Osman Kavala davasında AİHM kararının uygulanması talebinin on büyükelçi tarafından vurgulanmasının üzerine geldi. Aynı günlerde yayınlanan Avrupa Birliği raporu, Türkiye’de yargı bağımsızlığının zedelendiğine dikkat çekiyordu.
Bu veriler ve daha birçokları, seçim sandığı istikametinde süregelen uzun mesafe koşusunda son düzlüğe girildiği izlenimi uyandırıyor. Erdoğan’ın yargıya açıkça müdahale ederek Kavala’yı suçlu ilan etmesi ve on büyükelçiye yönelik ‘persona nan granta’ tehdidi de içeren histerik tepkileri bir yana, bu tabloyla seçime gitmeme adına Suriye’nin kuzeyinde son bir askeri operasyon planladığı giderek daha çok anlaşılıyor. Siyasi suikast ve iç karışıklık çıkarma seçeneklerinin muhalefet tarafından kamuoyuna ifşa edilmesi nedeniyle önü alınmış görünüyor. Bu durumda Suriye’de Kürtleri hedefine koyan bir dış saldırıya şiddetle ihtiyaç var. Böyle bir operasyon için de öncelikle Putin’in icazeti gerekiyor ki çok az da olsa bütünüyle ihtimal dışı değil. Millet ittifakı bileşenlerinin ise önümüzdeki hafta yapılacak tezkere oylamasında muhalif olduklarını unutmaları kuvvetle muhtemel.
TSK ve cihatçı vekalet çeteleri İdlib ya da Rojava’ya yeniden saldırır mı; bu durum Erdoğan’ı sandıktan kurtarır mı tartışması süredursun, ülkenin büyük sermaye çevrelerini temsil eden TÜSİAD’ın Yüksek İstişare Kurulu da muhalefetin tezlerine paralel açıklamalarda bulundu. Profesör Daron Acemoğlu’nun damgasını taşıyan TÜSİAD raporunda en çok ‘kurumsuzlaşma’ olgusuna dikkat çekiliyor. Siyasal iktidarın bütün yerleşik kurumları tasfiye etmekte olmasının, ekonomik ve toplumsal düzen açısından yarattığı tehdit vurgulanıyor. TÜSİAD’ın bakışıyla sorun, kamu kurumlarının AKP fırtınası öncesine dönüş perspektifiyle restorasyonu olarak formüle ediliyor. Millet İttifakı da ‘parlamenter sisteme dönüş’ programıyla yaklaşık olarak benzer bir konumda görünüyor.
Erken seçim ya da değil, bir siyasal değişime yönelik birçok alametin belirdiği bu konjonktürde meselenin ‘kurumsuzlaşma’ sürecini tersine çevirecek bir restorasyondan ibaret olmadığını kavramak önemli. Bu kavrayışın ipuçları, HDP’nin Eylül ayı içinde yayınladığı on bir maddelik bildiride görülebilir. Bir geçiş programı niteliği taşıyan bu bildiri, geçmişin restorasyonu değil geleceğin inşası tahayyülüne dayanıyor.
(devam edecek)