Montrö tartışmaları darbe süslemeleriyle sürerken Kanal istanbul ihalesi için hazırlıklar ise son hızla devam ediyor. İktidarın durup dururken Montrö Anlaşması’nı tartışmaya açmış olma ihtimali ise sıfır. İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinin Montrö tartışmalarını ortaya çıkarmış olması da bir tesadüf olamaz. TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un katıldığı toplantıda İstanbul Sözleşmesi’nin iptali üzerine süren programda Şentop’a Montrö sorusunun sorulması da bir tesadüf olamaz. Her şeyin planlanarak ilerlendiği bir süreci izliyoruz. Kanal İstanbul girişimi, duyurulduğu andan bu yana yaratacağı ekolojik yıkım ile birlikte bölgede ortaya çıkarılmak istenen inşaat rantı üzerinden tartışıla geldi. Bugün ise daha önce de vurguladığımız Kanal İstanbul projesinin asıl nedeninden biri daha açıkça ortaya çıkmış durumda.
AKP iktidarı attığı her adımın 3-5 yarar içermesini öngörerek hareket eder. Buradaki yarar halk ya da doğa için bir yararı asla içermediği gibi aksine sermayeye alan açan adımlar içerilmektedir. Ortaya konan tüm projelerde bu gerçeği görmek mümkün. Kapitalizmin uzun yıllardır içinden çıkamadığı büyüyememe krizi, pandemiyle birlikte ciddi boyutlara ulaştı. Bir paylaşım savaşı üstü örtük biçimde dünyanın dört bir yanında yıllardır yaşanırken, artık paylaşım savaşının üstündeki örtü düşmeye başlamış ve yakın bir savaş tehlikesi büyümüş durumda. Bizlere genelikle kimin eli kimin cebinde olduğu anlaşılmaz gibi gelen bu süreç artık daha da keskinleşti.
Örneğin ABD Çin’le ciddi anlaşmazlıklar yaşarken, Kanal İstanbul’u Çin’li şirketler inşa etmek istiyor. Diğer yandan Kanal İstanbul projesi ABD tarafından destekleniyor. Rusya bundan pek hoşlanmıyor gibi görünse de aslında onun da arzusu Montrö Anlaşması’nın delinmesi. Akdeniz ekosisteminin yerle bir edecek olan doğalgaz sondaj sahalarına Rusya da ilgi gösterirken, Rusya’nın ayrıca Afrika’da etkili olma politikaları ise büyüyerek devam ediyor. Rusya ile Ukrayna arasında çıkan sıkıntı büyük ve bu sıkıntı ABD ile AB’nin Ukrayna desteğiyle artıyor. Bu noktadan bakarak Kanal İstanbul’dan sadece ABD’nin çıkarı olduğu yönünde yorumlar yapılıyor. Ancak atlanan bir başka gerçek, Montrö’yü fiili olarak delecek olan Kanal İstanbul’un Rusya tarafından da desteklendiği gerçeğidir.
Diğer yandan Çanakkale Gelibolu Yarımadası’nın başlama noktasında Saros Körfezi’yle boğaz arasında en dar olan alandan da bir ‘Kanal’ girişimi daha önce ortaya çıkarken, yakın zamanda yeniden tartışmaya başlayacağımızı da belirtmek gerekiyor. Atılan adımların tümü ticari süreçlere bağlanmaya çalışılsa da arka planında yakın gelecekte bir paylaşım savaşının ortaya çıkacağını ve bu savaşın, içinde bulunduğumuz ve İran’a kadar uzanacak olan coğrafyada yaşanacağını söylemek için çok fazla emare var. Kanal İstanbul için 4 Çin’li şirketin hazırlanan ihaleye teklif vereceği duyurulurken Çin’in son dönemde Katar’la yakınlaşmış olması Kanal çevresinde kanalla birlikte ortaya çıkacak rantın paylaşımı noktasında birlikte hareket etmeye başlaması ise Kanal İstanbul inşasının rantsal yönünü ortaya çıkarıyor.
Bölgemizde veya çok uzaklarda yaşananlar, kapitalist devletlerin büyük bir paylaşım savaşına hazırlandığına işaret ediyor. Türkiye’de AKP iktidarının bu gelişme içinde kendine yer açmaya çaba gösterdiği ve son tahlilde güçlü olanın yanında tutum alarak, dayandığı sermaye çevrelerini bu süreçten güçlü çıkarmak arzusunda olduğu, ‘savunma’ sanayisindeki büyümeye bakıldığında anlaşılabilmektedir. Burada ‘ülkeyi savunmak’, ‘ulusalcılık’ ve benzeri iddialar ise yersiz iddialardır. Birbiriyle sorunu olanlar halklar değil, sermayenin egemen olduğu devlet sınırlarını korumak ve bu sınırları olursa büyütmek, olmazsa etkisini arttırmak isteyenlerin uzlaşmaz hale gelen çıkarlarıdır.
Kapitalizmin son yıllarda ağızına pelesenk etmeye başladığı küresel ısınma ve bu durumla mücadele yaklaşımlarında olduğu gibi sermaye kesimlerine ‘yenilenebilir enerji’ kapsamında birikim alanları yaratma hedefi ortalıkta alıcı bulurken, Kanal İstanbul’un yaratacağı büyük ekolojik yıkım kapitalistlerin gündeminde yer tutmadığı görülmektedir. Küresel ısınmayı çözmek adına uygulanan programı destekleyen Avrupa, her ‘nedense’ kanalın yaratacağı yıkımla ilgilenmemektedir. Bu gerçek üzerinden bakınca Kanal İstanbul’a karşı mücadele ancak yerel halkın mücadelesiyle önlenebilme ihtimali zayıf da olsa vardır. Bu mücadele ile hem yaşam alanlarımızı koruyabilir hem de halkların birbirine kırdırılma süreçlerini geriletebiliriz. Bu gerçeği gören bir yerden Kanal İstanbul’a karşı çıkmak ise bir insanlık görevidir.