Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası sosyal devlet olgusu tamamen ortadan kaldırıldı. Kapitalist sistem yoksullaşan insanı, insan olma onurundan dahi kopararak, yardımlarla yaşama tutunmaya çalışan büyük bir yoksulluk yarattı ve dünyanın dört bir yanına bu yoksulluğu bir kader gibi yaymayı başardı.
Türkiye’de ise özellikle AKP iktidarıyla birlikte sosyal yardımlar adı altında yoksullara verilen destekler ile sadaka kültürü yaratılıp, insanlar edilgen, işsiz, aç ve sefil bir yaşama alıştırılmaya çalışılıyor. Halkın devletiymiş gibi dayatılan devlet algısıyla halkın devlete minnet duyması hedeflenirken, devletin sosyal yardımları bir lütuf olarak uygulanarak, halkın hak arama mücadelesi önüne de setler çekilme süreci işletilmekte.
Bu lütuf kültürü sermaye devletleri kadar bizatihi sermayenin de uygulamaya koyduğu bir yöntem olarak sık sık karşımıza çıkıyor. Geçtiğimiz günlerde Çanakkale’nin Bayramiç İlçesinin kırsal coğrafyasını yerle bir edecek olan altın ve bakır madeni girişiminde benzer bir durum yaşandı.
Devletin ‘sevgili şirketi’ haline getirilen ve halka en aşağılık küfürleri etmesiyle tanınan Cengiz Holding, önce köylüye tehdit mektupları yollayarak arazilerini şirkete satmalarını yoksa devletten kamulaştırma isteyeceklerini belirtiyordu. Şirket, köylülerin arazilerine çökmek amacı taşıyan bir toplantıya katılan köylülere 150’şerliralık yardım çeki dağıtarak köylünün yoksulluğundan yararlanıp bir minnet duygusu oluşturma peşine düştü. Sadaka dağıtımındaki amaçları ise maden sahasının büyük bir bölümünde tarımsal üretim yapan köylülerin arazilerinin yer alıyor olmasıydı. Kalan bölümü ise kamusal alan olan ormanlardan oluşurken, halkın bu alanlar üzerinde söyleyecek bir sözü olmadığı yanılgısını minnet duygusuyla yaratmak genel amaçlarıydı.
Fransız yazar Victor Hugo Paris Komünü sürecinde Fransız monarşisini eleştirirken, “Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz. Biz ise ortadan kaldırılmış yoksulluk. O yüzden anlaşamıyoruz” sözleri günümüz dünyasında halen anlamını yitirmemiş olması can sıkıcı. Bütün dünyada zenginlerin kırıntılarından beslenmeye mahkûm edilmiş milyarlarca insan yaşama tutunmaya çalışıyor. İnsanların algısında işsiz kalmalarının nedeni olarak kendini suçlamasını ve devletin yaptığı yardımlara şükretmesi gerektiği algısı peydahlanıp minnet duygusu yaratılmaktadır. Bu algının bertaraf edilmesi ise ancak insanların özgüvenlerini yükseltmeleriyle olanaklı.
Bu özgüven ise kendiliğinden gelişmiyor. Bunun için öncelikle insanların örgütlü bir yaşama çekilmesi ve bu örgütlülük içinde özgüvene ulaşması gerekmektedir. İçinde yaşadığımız coğrafyada ortaya çıkan ve giderek derinleşen açlık, topraksızlık, kuraklık, ağaçsızlık vd. yaşamsal sorunları geriletmek için sermaye saldırılarının önlenmesi ve ekosistemi destekleyecek politikaların üretilmesi gerekmektedir.
Bu da ancak örgütlü bir topluma dönüşmek ve ekoloji mücadelesinin bir siyasi mücadele olduğu gerçeğini kavramaktan geçmektedir.