G20 ülkeleri Çevre, İklim ve Enerji Bakanları toplantısı İtalya’nın Napoli kentinde perşembe ve cuma günlerinde yapıldı. Toplantıda biyoçeşitlilik kaybı ve kirlilik, tarım alanların bozulması, çölleşme, su ve diğer doğal kaynakların sürdürülemez kullanımı başlıkları konuşuldu. İtalya Ekolojik Dönüşüm Bakanı Roberto Cingolani, açılış konuşmasında çevrenin rolünün hiç bu kadar önemli olmadığını belirtti. Halkların tamamı vurguladıkları başlıkları yaşarken, sermayenin hedefi ise kapitalist yağmayı sürdürmek ve yeni sermaye birikim alanları yaratmak olduğu gerçeğini yaşıyoruz.
Doğaya sermaye bakışı!
AKP’nin Çevre ve Şehircilik Bakanı olan Murat Kurum ise toplantıda, “Koruma ve Yönetme için Doğal Bir Sermaye” ve “Sürdürülebilir ve Döngüsel Kaynak Kullanımı İçin Ortak Çabalar” başlıklarında konuşma yaparken, Türkiye’nin İklim Değişikliği Eylem Planı’nı hazırladıklarını, 14 maddelik eylem planını uygulamalarla hayata geçirdiklerini, korunan alanların, yeşil alanların sayısını artırdıklarını söyledi. Yönetmek kavramıyla doğaya sermaye güzüyle baktıklarının ve doğayı kaynak alanı olarak görüp sermaye hizmetine koştuklarını hem bu sözlerde, hem de Türkiye’de AKP politikalarına bakınca görmek mümkünken Kurum’un yalanlarla sıvanmış sözleri bir anlam ifade etmiyor.
ABD’den itiraf
ABD Başkanı’nın İklim Özel Temsilcisi olan John Kerry, Paris’te söz verilen her şeyi yapamadıklarını, yapmış olmaları durumunda bile hâlâ gezegenin sıcaklığının 2.5-3 derece artmış olacağını, Paris Anlaşması’nda verilen sözler tutulmadığı için gezegenin sıcaklığının 4 dereceye çıkma tehdidiyle karşı karşıya kalındığını belirten sözleri kapitalizmin kirli yüzünü ortaya koyarken, bir gerçeği yani dünyanın ve yaşamın mezar kazıcılığını üstlendiklerini adeta itiraf ediyordu.
Kapitalizmin 2.5- 3 derece artışı çoktan kabul ettikleri bu ifadelerden anlaşılırken, halkların iklim sorununa yönelik gelişen bilincini bulanıklaştırmak ve iklim sorunuyla mücadele ediyorlarmış gibi yaparak açmaya çalıştıkları yeni yağma alanlarına yönelik uygulamalara halkları yedeklemek zirvelerin ana fikri. Dünya büyük sermayesinin gerçekleştirdiği Davos vb. toplantılarda uzun yıllardır değişmeyen başlıklar atlanmamalı! İklimle mücadele başlığı altında, kapitalizmin ham madde ihtiyacı için doğal alanlara kolay ve ucuz biçimde erişimi sağlamak ve olası halk isyanlarına karşı tedbirleri almak üzerine yaptıkları tartışmalar içinde yaşadığımız günleri anlamamıza yardımcı oluyor.
Salgın ‘baskı aracı’
KOVID-19’un laboratuvar ortamında geliştirildiği ve bu salgının doğal yolla ortaya çıkamayacağı araştırmalarda ortaya kondu. Salgınla birlikte uygulanan politikalar ise Davos zirvelerinin ana teması olan halk isyanlarını önlemek adına geliştirilmiş olabileceği verilere bakıldığında anlaşılabilmekte. Kapitalizmin kesintisiz aşırı üretimlerini temel alan politikalarda, salgına karşı alınan önlemlerin tamamı halkları cendere altında tutma biçiminde uygulamaya konduğunu görmemek mümkün değil. Salgın sermaye için oldukça kullanışlı bir baskı aracına dönüşürken, aşıya ulaşmak da kapitalist devletlerin insafına kalırken, dünyanın büyük çoğunluğunun aşıya erişemiyor olması dikkat çekici.
‘G20’yi durdurun’
Kerry, dünyada küresel ısınmanın 2.5-3 derece sınırına dayandığını ve bunun geri döndürülemeyeceğine işaret eden konuşması yeni hedefin 4 derece sınırını aşmamak olduğunu gösteriyor. Bu durumda Türkiye coğrafyası dahil dünyanın büyük bir bölümünde kuraklık, susuzluk, açlık ve zorunlu göç hareketlerinin ortaya çıkması kaçınılmaz bir sonuç. İtalya’da toplantıyı protesto edenlerin, ‘G20’yi durdurun’ başlığı altında yürüttükleri mücadelede kapitalizmin yok edilmesi dışında bir çıkışın olmadığına yönelik mücadeleleri dünya halklarının temel mücadele alanı olmak zorunda.
Kyoto ve Paris’i imzala
‘Kyoto’yu imzala, Paris’i imzala’ etkinlikleri ile G20’yi durdurun çağrısı arasında önemli bir makas farkı var. Biri kapitalizmin hedeflerine eklenip umudu orada ararken, diğeri yaşadıklarımızın tek nedeninin kapitalizm olduğu gerçeğini görüp hedefini kapitalizme karşı mücadelede arıyor olması.
Artık fazla söze gerek yok, doğa yağmasına, açlığa, işsizliğe, sefalete karşı yürütülen mücadelelerin ekseni kapitalizme karşı cepheden bir mücadeleyi gerektiriyor. Bu mücadele sürecinde yeni bir yaşamın nüvelerinin pratik adımlarla hayata geçirilmesi kaçınılmaz bir gereklilik. Yaşadığımız köy, mahalle, kasaba, ilçe ve şehirlerde komünal, ekolojik ve dayanışmayı temel alan bir yaşamı ortaya çıkarmayı içeren bir mücadele perspektifine ihtiyaç var. Yaşamın mezar kazıcısı olan kapitalizme karşı yeni bir yaşamın peşine düşmek dışında bir yolumuz kalmamış durumda.