Kapitalizm koşullarında orman katliamının başlıca nedeni endüstriyel kerestecilik, rantsal kentleşme, maden, enerji, endüstriyel tarım, savaşlar ve iklim değişimi olurken, küresel ısınmanın etkisi ve rantsal amaçlı çıkan/çıkarılan yangınlar, orman varlığını ciddi anlamda tehdit etmektedir. Küresel ısınma bir yandan orman varlığını tehdit ederken aynı zamanda içilebilir su varlığının da azalmasına neden oluyor. Dünyadaki suların toplamı içinde tatlı su varlığının oranı yüzde 2,5 civarında ve bu tatlı suyun yüzde 2’si buzullardan oluşmakta. Günümüzde sular, ‘temiz’ enerji savıyla inşa edilen büyük barajlar ve HES’ler nedeniyle doğadan koparılarak sermaye çıkarına bağlanırken, kapitalist endüstri var olan bir avuç suları kirletip kullanılamaz hale getirmektedir.
Son yıllarda özellikle Kürdistan coğrafyasında uygulamaya konulan devlet politikalarıyla halk susuzlukla ‘terbiye’ edilip yaşam alanlarından göçe zorlanmaktadır. Suya erişemeyen Kürt çiftçisi elektrik kullanımına zorlanıp borçlandırılarak, her türden gelirine el koyulmaya, icra yoluyla topraklarından sürülmeye başlanmıştır. Burada, Cumhuriyet tarihi boyunca asimile edilemeyen yani Türkleştirilemeyen Kürtlerin demokratik taleplerini baskılamak ve yaşadıkları coğrayada sermayeye yeni yağma alanları açmak olarak özetlenebilecek bir süreç yaşanmaktadır.
Su insanların ve diğer tüm canlıların en temel hakkıdır ve ticarileştirilip metalaştırılamayacak nitelikte bir varlıktır. İnsanlar suya erişmek için para ödemek zorunda olamaz. Elbette su sadece insanlara özel bir varlık da değil. Diğer canlıların para ile ilişkisinin olmaması onların ölüm fermanı anlamına gelmektedir. Suyun ticarileştirilmesini o kadar çok kanıksamış durumdayız ki, şişe sularını bile kabullenip yaşamımızın bir parçası haline getirmeyi başardık.
Devlet bir organizasyondan başka bir şey değilken, ona haketmediği önemler atfedip her şeyi yapabilen bir tiran olarak kabullenmişiz. Ege ve Akdeniz’de yaşanan orman yangınları bize devlet organizasyonunun ne olduğunu açıkça gösterdi. Yanan alanların maden sahası olarak işaretlenmiş olması dikkat çekici ancak şaşırtıcı değil. Enerji şirketinin çıkarları için bölgede yanmamış olarak kalan bir avuç Akbelen Ormanı’nın kesilerek katledilmesine karşı bölgede nöbet tutan yurttaşların, jandarma marifetiyle orman alanından uzaklaştırılma girişimi devletin ne olduğunu çok net anlamamızı sağlamaktadır.
Ormanlar yaşamın önemli bir parçası. İçinde yaşadığımız ekosistem ise ormanlar olmadan varlığını sürdüremez. Sular ve tarım toprakları olmadan ise insan dahil hiçbir canlı yaşayamaz. Ekosistem adını veridiğimiz yaşamsal döngüdeki muazzam denge hızla bozulurken, bu duruma seyirci kalmak ise intihar etmek anlamına gelmektedir. Bu nedenle ormanlara sahip çıkmak, büyük barajların yıkılmasını istemek, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımının önüne geçmek mutlak bir gerekliliktir.
Özellikle suyun ücretlenmesi ve barajlarla insanların ve diğer canlıların suya erişim hakkına el konulmuş olması kabul edilemez. Geçimlik yapılan köylü tarımında ve evlerimizde suyun kesinlikle ücretsiz olması için artık bekleyemeyiz. Bu taleplerimizi ete kemiğe büründüremediğimiz koşullarda ise ne kendimize ne de yakınlarımıza boşuna bir gelecek aramayalım, çünkü bulamayız…