Pek çoğumuz, isimlerini vermesek bile, parlamenter rejime yeni bir temelde dönmek isteyen CHP ve İyi Parti ile “ittifak”tan söz ediyoruz. Gerçi şu anda ufukta seçim görülmediği için, haklı olarak bu ittifakı “seçim ittifakı” olarak adlandırmıyoruz. Ara sıra, bileşen özneleri ve içeriği müphem bırakılan bir “demokratik ittifak” hakkında konuşuyoruz.
Bu da doğal. Söz konusu partilerle diyalog süreci devam ediyor ve böyle bir demokratik ittifakta adı geçenlerin yer alıp almayacağı, onlarla hangi noktalarda birlik sağlanacağı belli değil.
Diyalog çetin iş. Uzadıkça uzuyor. Ama faşizmin sel suları ise çoktan dağları asmış, şehirleri basmış, herkesi boğdu boğacak. Pandemi mi desem, işsizlik mi desem, kadın cinayetleri mi desem, çocuk istismarları mı desem, yolsuzluk, hırsızlık, 128 mi desem, Montrö mü desem, günlük ölü sayısına günlük tutuklamaları mı eklesem…
Demokratik medya bu “vahim” olayları başarıyla sergiliyor.
Vatandaş ekran başında “vahim olaylar” hakkındaki konuşmaları dinlerken, ekrandan verilen köşe yazılarını okurken öfkeden morarıyor, tırnaklarını yiyor, evin huzuru kaçıyor. Evin babası, mızıldanan oğlunun posuna tekmeyi basıyor.
Neyse ki imdada öteki “mizahi olaylar” yetişiyor. Erdoğan’ın tuhaf açıklamalarını medyamız çok güzel “ti”ye alıyor. Ben en çok Yılmaz Özdil’i “tebrik” ediyorum. Öfkeden moraran aile yetişkinleri bu arkadaşın yazılarını okuyunca dertlerini anında unutuyor. Yürekleri soğuyor. Babalar, anneler, dedeler ve nineler kahkahadan kırılıyor. Çocuklar ne olduğunu anlamadan, onlar da büyükleri taklit ediyor.
Ekran kararıyor, aile efradı uykuya dalıyor.
Devam edelim:
Dünya “yeni soğuk savaşın” eşiğinde. “Biden gelecek faşizm bitecek” diye düşünenler yanılır. ABD için esas olan Erdoğan rejiminin Rusya ve Çin’e karşı, şu an için Ukrayna krizinde NATO’ya hizmet etmesidir. Türkiye’de demokrasi olsa ABD için iyidir de, olmasa da mesele değildir. Hele diyalog kurduğumuz sistem içi muhalefetin “ulusalcı-milliyetçi-dinci” karakterine ve “su akar aptal bakar” misali eylemsiz, eli kolu bağlı, paramparça seçimi bekleyen hallerine bakarsak, ABD için Rusya ve Çin’e karşı MHP’den yakasını kurtardığında Erdoğan ehven-i şerdir.
Erdoğan bunu bilmekte ve alternatifsizliğine dayanarak Biden yönetimiyle çetin bir pazarlık yapmaktadır: Rusya’ya ve Çin’e karşı NATO vecibelerini yerine getiririm, hatta daha iyisini bulursam Montrö’yü bile silerim, karşılığında benim “tek adam rejimimi destekleyin” demektedir.
Bu durumda biz eğer TV başındaki yurttaşı kah morartıp, kah gülmekten katıltırsak, onu pandeminin yaptığı gibi, “seçimi bekle” diye eve hapsedersek, olacağı budur. Faşist rejim, ABD’ye teslim olur, onun desteğini alır, böylece faşizm, “şeddeli faşşşşizm” olur. Bundan kurtulamayan, ondan hiç kurtulamaz.
Rejim Rusya-Çin ile ABD-AB arasında, krizin ittirmesiyle sallanıyor. Sallanma süreci sürgit devam etmez ya birinde karar kılmayla ya da yuvarlanmayla biter. Karar kılmayla bitmesine izin vermemek gerekir. “Üçüncü yol”un gereği budur.
Bu sallanma bir günlük, birkaç aylık bir mesele değil. Demokratik güçlerin önünde hala zaman var. Bu zamanı “Erdoğan’ın yaptıklarını” “kınamakla”, “sergilemekle”, “tiye” almakla yetinip boşa harcamanın alemi yok. TV başında helak olan yurttaşa “evinden çık” demenin de öyle. Vatandaş bize “neden evden çıkayım, virüsle mi, polisle mi başımı derde sokayım” der hale getirildi.
Ona virüsle ve polisle başını derde sokmadan, atacağı “ilk” adımı gösterme zamanıdır.
CHP ve İyi Parti’nin seçmeni ilk adım olarak, hatta belki de evinden hiç çıkmadan, başını da derde sokmadan desteklediği partiye “Erdoğan’la kayıkçı dövüşünü bırakın, meclisten çekilin, Erdoğan’ı istifaya zorlayacak bir kampanya açın, Erdoğansız erken seçimle ülkeyi selamete çıkarın” diyerek baskı yapmalı.
Bu baskı henüz sonuç vermeden rejimin dengesini bozar. Meclis’in boşaltılması ihtimali bile devlet bürokrasisinde panik yaratır. Bu baskı sonucunda Kılıçdaroğlu “şu zamana kadar bunları yapmazsanız, sine-i millete çekiliriz” dediği gün, çekilmese de “demokratik kriz” patlar. “Ya çekilirlerse” diye düşünen ABD, Erdoğan’la pazarlığı durdurur, bekler.
Rejim, kendi yarattığı krizle yaşar. Ama “demokratik krizle” birlikte yaşayamaz. Sendeler. Onun sendelediğini gören TV başındaki vatandaş da, önce kapıdan başını çıkarıp etrafı kolaçan eder, derken sokağa adımını atar.
Çivi çiviyi söker, demokratik kriz de rejimin krizini halktan yana çözer.
Rejimin fırtınalı krizinde denize düşmüşüz, demokratik krizin bereketli yağmurunda ıslanmaktan mı korkacağız?