Türk devleti bölgede radikal İslamcılığı Kemalizm bayrağı ile geriletemezdi, bu bayrak ‘Türk-İslam Sentezi’ ile 12 Eylül’de değişikliğe uğratıldı. Devletin sivil ve askeri bürokrasisine tarikatlar ve cemaatler devlet eliyle eklemlenmeye başladı. Bugün bu çizgi AKP-MHP-Ergenekon çizgisiyle devam ediyor
12 Eylül askeri darbesinin 41. yılını geride bıraktık. Geride bıraktığımız bu askeri darbe, Türkiye tarihinin hiçbir askeri darbesine, müdahalesine ya da muhtırasına benzemeyen son derecede stratejik sonuçlar doğurmuştur.
Doğan sonuç şimdiki AKP-MHP-Ergenekon rejimidir. 41 yıl önceki darbeyle bu rejim arasında doğrudan bir bağ olduğunu unutmamak gerekir.
12 Eylül darbesi hiç kuşkusuz ilk iş olarak işçi sınıfını, devrimci güçleri hedef almış ve “anarşiye son verme” sahte hedefiyle kitleleri şaşırtmıştı. Önce bu iddiayı çürütelim. Ülkeyi baştan başa kaplayan “silahlı” çatışmalar solun marifeti değildi. Silahlı çatışmaları MHP örgütlemişti, amaç askeri darbeye zemin hazırlamaktı.
Birçok uydurma yoruma göre, darbenin ertesi günü “sağ-sol çatışması” birdenbire sona ermişti. Sona eren “sağ-sol çatışması” değil, sola yönelik faşist MHP’nin saldırılarıydı. Cunta bu saldırılarla zayıflatılan devrimci güçleri darbenin ertesi günü amansız bir devlet terörüyle yenilgiye uğrattı.
Ne var ki, bu darbeyi yalnızca içerideki devrimci güçlere karşı yapılmış bir darbe diye yorumlamak yanlıştır. Kronolojiyi unutmamak gerekir.
Darbeden bir yıl önce yani 1979 yılında dünya durumunda önemli iki büyük gelişme oldu: Birincisi, İran’da Humeyni yanlıları Şahlık rejimini yıktı ve CENTO çöktü. İkincisi, Afganistan’da komünistler iktidara geldi ve Sovyetler Birliği bu iktidara destek vermek amacıyla Afganistan’a askeri birlikler gönderdi.
Bu iki gelişme Birinci Soğuk Savaş döneminde NATO’yu tüm bölgede ciddi şekilde sarstı.
Bunun üzerine ABD ve Türk devleti, hem İran’ı, hem de Sovyetleri geriletmek üzere çok önemli bir stratejik yönelim aldı. Türk devleti bölgede radikal İslamcılığı Kemalizm bayrağı ile geriletemezdi, bu bayrak “Türk-İslam Sentezi” ile 12 Eylül’de değişikliğe uğratıldı. Devletin sivil ve askeri bürokrasisine tarikatlar ve cemaatler devlet eliyle eklemlenmeye başladı.
Bugün bu çizgi AKP-MHP-Ergenekon çizgisiyle devam ediyor.
Bir başka gelişme daha oldu. Özal’ın şahsında, Türk kapitalizmi bu darbe yönetimiyle birlikte “dışa açılma” adı altında, bölge pazarlarına yönelmenin ilk adımlarını attı. Özal iktidarı sürerken reel sosyalizmin krizi ve dağılmasıyla tüm bölgede pazarların yeniden paylaşılma dönemi başladı ve Türk tekelci kapitalizmi bölge pazarlarının paylaşılmasına tüm gücüyle yöneldi.
12 Eylül darbesi böylece Türk bölgesel emperyalizmini “ulusal pazara sıkışmışlıktan” kurtaran en büyük adım oldu. Ücretler düştü, grevler sona erdi, Türk ihraç ürünleri ucuzladı ve “dışa açılma” başladı.
Eğer işler böyle devam etseydi, daha sonra Başbakan olan Davutoğlu’nun formüle ettiği bölgesel emperyalist yayılma başarıya ulaşabilirdi. Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da ve Kafkasya’da güç merkezi haline gelen Türkiye, Avrupa Birliği’ne üye olarak küresel güçlerin etkili bir ortağı haline gelebilirdi.
Olmadı.
Neden?
Bunu anlamak için darbeden bir yıl önce meydana gelen İran ve Afganistan’daki gelişmelerin yanı sıra bir başka gelişmeye bakmak gerekir. 1979 yılında PKK Önderi Öcalan Rojava’ya geçti. Ve bugün yalnız Türkiye’nin değil, tüm bölgenin çehresini belirleyen bölgesel devrimci süreç de böylece başlamış oldu.
İşte 1979 yılında Öcalan ve az sayıda arkadaşının bu “hicreti” 12 Eylül Darbesi’yle başlayan karşı-devrimci, emperyalist ve faşist Türk kapitalist hamlesinin bugünkü yenilgisinde başlangıç noktası oldu.
Şu anda Erdoğan rejimi Rojava devrimi karşısında yenilgiye uğramış, Başur Kürdistan’ına yönelik başlattığı saldırıların, işgal ve ilhak hamlesinin 5. ayında saldırıdan savunma konumuna zorlanmış, önüne koyduğu hiçbir amacına ulaşamamıştır.
Bu yenilgi, AKP rejimini yıkılma aşamasına getirmiş bulunuyor.
41 yıllık “darbeler mekaniğinin” bilançosu benim görüşüme göre böyledir.