Saray’ın agresif minik ortağı MHP’nin eline-yüzüne Saray’a kapağı attığı günden beri kan geldi. MHP, Cemaatçilerin cennetten kovulmasıyla boşalan makam ve mevkileri büyük bir iştahla işgale girişti. Özellikle yargı, polis ve orduda bütün köşeleri tuttu. Suriye’de ortaya çıkan siyasal boşluktan yararlanarak Sultan Murat Tugayları adı altında cihatçı çetelerle işbirliği içinde kadrolarını gerçek savaş içinde eğitme olanağı buldu. Ordunun profesyonelleşme kararı sonrasında uzman çavuş, uzman erbaş kadrolarına Ülkü Ocaklarından akın oldu. JÖH, PÖH gibi gayrinizami harp birlikleri bozkurt işareti yapmaktan, MHP marşları söylemekten, duvarlara üç hilal çizmekten hiç çekinmediler. Geçmişte devlet tarafından sıkça kullanılan ülkücü faşist yapı son gelinen aşamada devleti tamamen ele geçiren ve devleti kullanan bir mertebeye AKP tarafından getirildi. Türk-İslam sentezi doktriniyle ebedi diktatörlük kurmayı hayal eden AKP, faşizm canavarını kendi elleriyle besledi ve büyüttü. MHP, 1980 öncesinden daha tehlikeli şekilde faşist terörü yöneten güce erişmiş durumda. Siyasal süreç MHP’nin aleyhinde işlediği takdirde bir Saray darbesi ya da daha da kötüsü kitle katliamı gerçekleştirecek olanaklara erişmiş bulunuyor.
Sokak ortasında gazetecilere, siyasetçilere kurulan pusulardan son olarak Levent Gültekin nasibini aldı. Gültekin’e yapılan saldırı sonrası Şirin Payzın “Polis çağırdık ama gelmedi” şeklinde tweet attı. Faillerin belirlenmemesi, adliye koridorlarında dosyaların uykuya yatırılması, hasbelkader bir savcı işlem yapmaya kalkarsa en üst düzeyde tehdit edilmesi olağan karşılanıyor artık. Televizyonlarda, gazetelerde yapılan saldırılar konuşulurken MHP’nin, Ülkü Ocaklarının adı anılmıyor. Faşist saldırganlara “birkaç öfkeli genç” muamelesi yapılıyor. Bütün saldırıların MHP içinde tasarlandığını, polisin istihbarat olanaklarını kullanarak adres, yer tespit ettiklerini, Ülkü Ocaklarından saldırganların görevlendirildiğini herkes biliyor ama bilmiyormuş gibi yapıyor. Hâlbuki MHP her faşist saldırı ardından resmi sosyal medya hesaplarından saldırıları üstlenmekten çekinmiyor. Gazetecileri tutuklamak ya da gazeteleri kapatmak yerine (Bekçi kadrosuna alınma vaadiyle) üç beş besleme faşistin gazetecilerin üzerine salınmasının (Herhalde Ahmet Hakan’ın kötek sayesinde yaşadığı büyük aydınlanma gibi deneyimlere bakarak) daha sonuç alıcı olduğu düşünülüyor olsa gerek. 8 Mart kadın eyleminde kadınlara ve gazetecilere tekme, tokat girişen Kadıköy İlçe Emniyet Müdürü’ne soruşturma açılması zaten bu ortamda imkân dâhilinde değil ama şiddet gören gazeteciyi gözaltına almak ve adli kontrol şartıyla serbest bırakmak “Yeni Türkiye” icadı.
Faşist terörün devlet olanaklarını arkaladığı, Nazilere özenerek muhalefeti “böcek gibi zehirleme” çağrıları yaptığı ortamda Saray eşrafı ve sistem muhalefetinin ağız birliği yaparak “HDP, terör ve şiddetle arasına mesafe koymalıdır” lakırdısı epey gülünç. AKP ve minik ortağının Suriye’de cihatçı paramiliter gruplarla ilişkisi alelade orta duruyor. Diyarbakır, Suruç, Gar Katliamı’na resmi görevlilerce nasıl yol verildiğini dava dosyalarında açıkça görülüyor. Ankara’da üç üniversite öğrencisi kaçırılıp işkence edilmesini savcılar soruşturmaktan imtina ediyorlar. Polisin ev baskınlarında köpekli işkencesi, cezaevlerinde süren baskılar, tecrit… Saray Rejimi tarafından toplum şiddet sarmalına mahkûm edilmişken “Yurttan Sesler Korosu” tıpkı Gar Katliamı’ndaki gibi HDP’yi ya da Garê operasyonunda olduğu gibi CHP’yi şiddetin kaynağı olarak göstermeye çalışıyor. Mitinglerine bomba atılan, parti binaları yakılan, üyeleri türlü işkencelere maruz kalan ama yine de barış-demokrasi çağrısı yapmaktan geri durmayan HDP değilmiş gibi koro halinde HDP’yi suçluyorlar.
Anayasa’da yazdığına göre “Türkiye laik, demokratik, sosyal hukuk devleti” ama bu yazılan kavramların sadece kötü bir karikatürü elde olan. Yüzyıldır dişle, tırnakla kazanılan demokratik haklar kılıcın ve barutun öldürücü etkisiyle zapturapt altına alındı. RTE ve iktidar elitleri ne kadar çok demokrasi, insan haklarından bahsederse ters orantılı olarak haklar ve özgürlükler tırpanlanıyor. Demokrasi varmış gibi konuşmayı, faşist uygulamaların üzerini İnsan Hakları Eylem Planı örtüsüyle perdelemeyi çok seviyorlar. Askeri darbecilerin yaptığının tersine; Anayasa uygulanıyormuş gibi, mahkemeler bağımsızmış gibi, insan hakları varmış gibi, polis faşist saldırıları araştırıyormuş gibi, gösteri-yürüyüş hakkı varmış gibi, ekonomik tedbirler halk yararınaymış gibi… Kısacası her şey “mış gibi” yapılıyor. Gerçekte yaşadığımız şey ise mis gibi faşizm!