Yaşadığımız günler, malum, evlat olsa sevilmez kabilinden. O yüzden insanlar 70’lerin 80’lerin naifliğine en azından beyaz perdeye yansıdığı kadarıyla bilinen bu nostaljik naifliğe sığınmak istiyorlar ama; Tayyip Erdoğan, ulvi bir siyasetçi olarak yalnızca mekâna değil, zamana da hükmetmek istiyor ve bunu da büyük oranda başarıyor o yüzden nostalji de bile huzur yok.
Geride kalan, çok yoğun ve uzun; muhtemelen de önümüzdeki birkaç on yılda bitmeyecek olan hafta bu nostaljik huzursuzluğun bir numunesi gibi…. Bir yandan HDP ve vekil dokunulmazlıkları üzerinden 90’lara, kontrgerillanın Meclis’te temsili ve paramiliter çetelerin gemi azıya almasıyla “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz” denilen MC’li 70’lere; İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi ile Turgut Özal döneminde (1983) kurulmuş olan tarikatlar koalisyonuna ve Merkez Bankası’nın 70 cente muhtaç edilmesi ile hem 12 Mart hem de 24 Ocak günlerini artık aynı anda yaşayarak idrak edebiliyoruz. Uzayda değil ama, zamanda ya da paralel evrenler arasında yapılan bu seyahat AKP’nin ve onun son büyük zaman bükücüsü T. Erdoğan’ın vatandaşa en son hizmeti…
Bilenler bilir, 90’larda, yalnızca milli takım değil, “Terörle Mücadele”de zamana oynardı. Eğer acil bir durum yoksa, yapılacak operasyonlar genelde pazarı pazartesiye bağlayan gece yarısı, sabaha karşı yapılırdı ki, gözaltı süresi hafta sonunu da kapsasın, adliye kapalı olsun, eşek sudan mümkün olduğunca geç gelsin.
Tarihe hükmetmek, ulus devletin bir hastalığıdır, ama zamanla oynamak ve zamana hükmetmeye çalışmak faşizmin semptomudur. Zamana oynamak, yasaldır ama etik ve meşru değildir; hukuku askıya alıp, hukuksal olanı teatralleştirmek, yasa ve hukuk aygıtları arasında senkron kayması yaratmak, yasanın işleyişinde kara delikler, kör noktalar oluşturmak ya da yasanın elinin yetmeyeceği yerlerde senkronik tesadüfler vb…
Devri AKP’nin uzatmalarındayız ama T. Erdoğan zamana oynadığına göre, belli ki gollü beraberliğin kendisine yettiğini düşünüyor. T. Erdoğan’ın her olur olmadık yerde okuduğu şiirin de işaret ettiği gibi, “kaderin üstünde bir kader” varmış gibi görünüyor; T. Erdoğan, Roma konsülleri gibi pek çok sıfata haiz bir insan olarak aynı zamanda büyük bir hukuk bükücü olduğundan, HDP’nin kapatılması, HDP’lilerin vekilliğinin düşürülmesi ve gene HDP’li kimi isimlerin siyasetin dışına atılmasıyla ilgili hazırlanan fezlekenin iki büyük dayanağından birisi Kobanê direnişi esnasında yaşanan olaylar diğeri de bizzat T. Erdoğan’ın koordinasyonunda gerçekleştirilen İmralı/Kandil görüşmeleri ve Barış Süreci… Dolayısıyla burada Barış Süreci üzerinden, HDP’ye giydirilmeye çalışılan idam gömleği, şimdilik olmasa bile günü geldiğinde, AKP’ye giydirilmek üzere dikilmiş gibi görünüyor.
AKP, zamana oynayıp rakibini tekmeleyip kendini yere atarken, kaleci degajman yapmak yerine top sektirip sakız çiğnerken, Avrupalı hakem milli takımı düzgün oynaması konusunda uyarırken, spiker “Dünya Türk’e düşman” diskuruna bağlanmışken, ahali de “Ne olacak bu HDP’nin hali” (Ki bu da HDP’nin Türkiye partisi olma yolunda attığı büyük adımlardan birisi) diyerek ya da HDP’ye sufle vererek saflarını sıklaştırıyorlar.
Burada esas mesele zaten elindeki kısıtlı imkânlarla yapabildiği her şeyi yapmaya çalışan HDP’nin ne yapması gerektiği değil, HDP’nin kurduğu barajın arkasında kendilerine sıranın gelmesini bekleyen, solculardan CHP’ye, ulusalcılardan İYİ Parti’ye uzanan skalada kalanlar ne yapacak?
HDP kapatılırsa, elbette yenisi kurulur, kurulacaktır fakat HDP’nin yeni bir isimle kurulması hukuki/teknik bir mesele olmakla birlikte, kapatılması ya da kapatılmasına karşı mücadele verilmesi, siyasi ve yaşamsal bir meseledir.
AKP ömrünü bu sayede uzatabildiği için, bu mesele bilhassa hayat memat meselesidir. Memleketin nostalji terörüne sürüklenmesi ve tüm bu paralel zaman katmanları arasında bitmeyen seyahatin anlamı Saray Rejimi’nin ihtiyaç duyduğu enerjiyi, güncel olarak üretebileceği hiçbir aparatın elinde kalmadığını gösteriyor. Yalnızca geçmişin kabuk bağlamış yaralarının yeniden kanatılması, muhalifler arasında tarihsel düşmanlıkların kanırtılması… Ellerinde kalan cephane sadece bundan ibaret. “Alice Harikalar Diyarında” gibi mantık ve fizik kurallarından bağımsız hareket eden Saray elitlerini dürterek rüyalar aleminden uyandırmanın zamanıdır şimdi.