Eski devlet ve yeni devlet olarak adlandırılan süreçlerin öz olarak birbirinden farklı olmadığını tekrar etmeye gerek yok. Ekonomik amentüsü kapitalizm, siyasal kaidesi inkar ve imha olan zihniyetin değişmediğini söylemeliyiz elbette. Emekçilere, Kürtlere, Alevilere, devrimcilere ve azınlıklara karşı düzenlenen katliamların arkasında “resmi ideoloji” dediğimiz yapılanmanın olduğu defalarca ortaya çıktı. Tüm bunlara rağmen katliamlar direkt hiç üstlenilmedi, “Derin Devlet” adı verilen heyula suçlandı. Yeni dönemi “yeni” yapan şey eski “Derin Devlet” uygulamalarının aleniyet kazanması ve birinci ağızlardan üstlenilmesi durumudur. Mehmet Ağar’ın geçmişte bahsettiği “bin operasyon” gizli, saklı ve sahiplenilmemiş operasyonlardı. Geçmişte her katliam sonrası kesin bir inkar ve “Sonuna kadar gidilecek” nakaratını dinlerdik, artık Devlet Bahçeli’nin Deniz Poyraz cinayetini siyasal olarak üstlenme örneğinde olduğu gibi kartlar açıktan oynanıyor.
17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının AKP-Cemaat bilek güreşine dönüşüp, AKP’nin galip gelmesiyle birlikte rejim için yolsuzluk-hırsızlık legal bir olgu haline geldi. AKP’nin 7 Haziran 2015 yılında yaşadığı seçim hezimeti sonrasında MHP ve IŞİD’i yanına alarak başlattığı kanlı kaos ortamı katliamları olağanlaştırdı. 15 Temmuz sonrası iktidarın yolsuzluk, cinayet, kara para aklama vb. suçlarını soruşturma ihtimali olan hakim ve savcılar tasfiye edildi. Sistem muhalefeti “devletin menfaati ve milli çıkarlar” sayıklamalarıyla Saray Rejimi’ne kan taşımak dışında bir şey yapmadı.
Sedat Peker’in itirafları sonrasında kanıtlarıyla ortaya çıkan devlet-mafya ilişkisi gündeme oturmuş olsa da gündem Derin Devlet cinayetlerinin ifşası noktasından hızla devlet-mafya-patronlar dünyasının magazin gündemine doğru evrildi. Magazin gazetelerinde sosyetenin flört, evlilik, boşanma hikayelerini skandal, şok vb. şekilde sunarak sermaye düzenini “ışıltılı, sırlarla dolu” özendirmesine benzer biçimde Sezgin Baran Korkmaz üzerinden suç ilişkilerinin magazinleşmesine tanık oluyoruz. Deniz Poyraz’ı katleden zihniyetin devleti yönetiyor olması, faili meçhul cinayetleri sevk ve idare eden resmi görevlileri, uyuşturucu sevkiyatını organize eden sistemin özünü konuşmak yerine özel uçak, Audi A8, kim kiminle dost, “Adayı kim terk edecek”, rejim güçleri arasında birbirinin ayağını kaydırmaya çalışanların söz düellolarıyla zaman öldürmemiz sağlanıyor.
Sedat Peker, sanki yolsuzluk, cinayet ilişkilerini anlatmıyor da Acun Ilıcalı’nın yokluğunda Survivor yarışma programı sunuyormuş gibi ilerliyor her şey. Rejim ve sistem muhalefeti zülf-i yare dokunmayan, seçime endekslenmiş bu ortamdan gayet memnun görünüyor. HDP’nin, “faşist cinayetlerin arkasındaki devlet organizasyonunun ortaya çıkarılması” vb. gibi magazin ortamını bozan “can sıkıcı” çıkışları da olmasa alemin keyfi hiç bozulmayacak!
Cezasızlık uygulaması bir devlet geleneği olageldi bugüne kadar. 90’lı yılların kirli savaş katliamları, AKP’nin rakiplerini yok etme davası olarak kullandığı “Ergenekon Davası” aracılığıyla önce sulandırılıp, sonrasında da AK-landı. Susurluk davası benzer biçimde M. Ağar’ın emrine özel hapishane tahsis edilmesiyle sonuçlandırıldı. Faili meçhul cinayetlerin araştırılması ipe un serme pratiğinin nirvanası oldu. Hesaplaşılması gereken bütün ciddi meseleler sulandırılarak, magazinleştirilerek boşa çıkarıldı.
Bizlere, “bebekten katil yaratan sistemi” sorgulayacak siyasi bilinç ve hırsızlık-yolsuzluk düzeniyle hesaplaşacak örgütlü irade gerek. Magazin peşinde koşanlar şair Orhan Veli’nin “Dedikodu” şiirinde söylediği gibi “Süleyman’ı Bora-Jet’e atıp, ruhuna printer sesi dinletme hikayeleri”yle eğlenebilirler ama geç bunları, anam babam geç bunları…” diyerek öze yönelmek gerek.