Göç üzerine yazmaya niyetlendiğim sırada Konya’dan ırkçı katliam haberi geldi. Konya ve diğer Anadolu şehirlerinde bulunan Kürt nüfusunun varlık sebebi Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde uygulanan zorunlu göç-ertmeler olduğunu biliyoruz. 90’lı yıllardaki köy yakma politikasıyla birlikte Batıya yönelen göç, Kürtleri asimile edemedi, aksine Kürt sorununu Türkiyelileştirdi.
HDP’yi etkisizleştirmek için yükseltilen ırkçılık Sakarya, Afyon, Konya örneklerinde olduğu gibi Kürtlerin katledilmesine ve toplumsal barışın çöküşüne yol açıyor. Rejim, ekonomik krizi “dış güçler” demagojisiyle geçiştirirken, doğal felaketleri önleme ve kurtarma çalışmalarındaki basiretsizliğini ırkçı histeri yaratarak örtme düzenbazlığı sergiliyor. AKP’nin yıllardır tekrarladığı “cambaza bak” taktiği hala sistem muhalefeti üzerinde işe yarıyor. Mevcut kısır döngünün içinde toplum sağcılaştırılıp, ırkçı-militarist iktidara alternatif olarak şoven-milliyetçi muhalefet yaratılıyor. HDP, sosyalistler, demokrasi güçleri dışında kalan siyaset alanı “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman” Turancı-ırkçı hezeyanlarına teslim ediliyor.
Rejimin savaş politikaları sonucunda önce Suriye’den, şimdi ise Afganistan’dan Türkiye’ye yönelen kontrolsüz göç dalgası, ekonomik kriz ortamıyla birleşince toplumsal sağcılaşma yükselişe geçti. Rejimin yarattığı savaş ve göç sorununun müsebbibi olan AKP-MHP’ye yönelik tepkilerin artması gerekirken yabancı düşmanlığı (zenofobi) demokratik siyaset alanına da sirayet eden boyut kazandı. AKP’nin göçmenleri araçsallaştırarak; ucuz emek, AB’ye karşı şantaj, Alevi ve Kürtlerin yaşam alanlarını çevreleme, militan devşirme, Afganistan ve Suriye’de kalıcılaşma vb. hedefleri olduğu açık bir gerçek. Ancak sayıları altı milyonu geçen göçmenlerin statüsüzlüğü, kölelik koşullarında ve açlık sınırında yaşıyor olma gerçeği bu konuda ilkesel yaklaşımı zorunlu kılıyor.
Sel felaketleri sonrası Rizelilerin kafasına çay torbası fırlatan RTE’ye sokakta bir tepki verilmemesi, kendilerine onlarca uçan saraylar alan ama bir tane bile eski yangın söndürme uçağını tamir ettirmeyenlerin HDP’yi hedef haline getiriyor olması Rejimin başarısından ziyade bizim başarısızlığımız olsa gerek. Oysa, 90’lı yıllardan beri, “derin devlet” sadece köyleri değil, bölgede güvenlik gerekçesiyle, sahillerde de rant için ormanları yakıyor… Taliban’dan kaçıp gelen, birçoğu yollarda ölen insanların üzerinden “Afganlar geliyor, bunlar bizim boğazımızı kesecek” diyerek tek adamlığın korku rejimini büyütmek, ormanları göçmenler (bu bağlamda eşanlamlı olmak üzere, ya da teröristler) yakıyor diyenlerin değirmenine su taşıyarak, asıl faili gizlemekten başka ne işe yarar? Bunun yerine, sosyalistlerin, demokratların görevi; rejimin göç politikasını teşhir etmenin yanında, göçmenlerin yaşam, barınma hakkını kalın çizgilerle savunmak ve söylem-eylem bütünü oluşturulmasının takipçisi olmak değil midir?
Saray Rejimi’nin 7 Haziran yenilgisi sonrası başlattığı topyekûn savaş ve göçertme hamlesinin temelinde Kürt hareketini ve sosyalistleri siyasetin dışına atmak var. Yaygın tutuklama, sokağı mühürleme, kitle katliamları yoluyla korku yayma, işsiz-aç bırakma en revaçta yöntemler. Bu yöntemlerin ötesinde kitlelerin bilincini kirletmek, yanlış bilinç oluşturmak, hedef şaşırtmak daha çok işlev görüyor. Rejimin planı çok basit; Siyaseten ve fiilen göçertmek, “düşük yoğunluklu iç savaşı” yaymak. Sel, yangın felaketini yaşayanlar, ırkçı saldırıya maruz kalanlar, ekonomik krizin etkilerini iliklerine kadar hisseden emekçiler, işsiz-geleceksiz gençler, savaş sonucunda yurtlarını kaybeden göçmenler… “Basit planı” bozabilecek basireti kesinlikle gösterebilecek akla, cesarete sahipler.