Ragıp Zarakolu
Stockholm.
TC’nin her nedense sosyoloji ile bir sorunu var. Her ne kadar İstanbul Üniversitesi’nin ilk sosyoloji bölümünü, “milli sosyologomuz” Ziya Gökalp tarafından kurulsa ve Kürtlere ilişkin ilk sosyolojik araştırmayı yapan o olsa da. Diyarbakırlı olan Ziya Gökalp’in Kürt kökenli olduğu da söylenir.
Belki de Kürt sorununu çözmek için, önce Kürtleri incelemeliyiz, sonra da “hal’letmeliyiz” yaklaşımıydı İttihatçılarınki. Sadece Sultanlar hal’lledilmez! Gökalp, Durkheim ekolündendi. Sahi, nihai çözüm diye tanımlanan soykırım/jenosit de Durkheim sosyolojisini benimseyen Nazilerin nesnel yaklaşımına dayanmıyor muydu?
Hani, Enver Paşa da “Ermeni sorununu” çözdük dememiş miydi? İskerder’in Gordiyum düğümünü çözmesi için kılıcı atması gibi!
1972 yılında doktora kuru hocam Cahit Orhan Tütengil’in iki doktora öğrencisi vardı. Ben ve Cahit Orhan Hoca gibi Tarsuslu bir köy çocuğu olan Enis Öksüz idi. Cahit Orhan Tütengil, semineri odasında verirdi bize. Masasının önündeki masaya karşılıklı otururduk.
Enis Öksüz, Türkeş’in ölümünden sonra MHP’de genel başkanlık için aday olacaktı. Demirel’in Cumhurbaşkanlığı sırasında Ecevit tarafından kurulan DSP-ANAP-MHP 57. TC. Hükümeti’nde bakan oldu. Şimdi İyi Parti’deymiş. Epey “idealist” akademisyenimiz var, partiler arası trafik yoğun!
Benim doktora tamamlanmadı, 1972 yılında hapse girdiğim için. Cahit Orhan Hoca israr etti daha sonra, fakülte yönetiminden karar çıkardı doktora sürecimin devam etmesi için.
Daha sonra İHD’de beraber koşturacağımız Nuri Karacan Hoca, ki o da doktora kuru yapmıştı benimle. Doktora jüri üyesi olarak zaman zaman Ankara’dan gelen amcam Avni Zarakolu’na, “rengini erken belli etmese şansı vardı” demiş akademik kariyer için.
Cahit Orhan Tütengil, Ziya Gökalp ve sosyoloji konusu üzerine en nesnel çalışmaları yapanlardandır.
“İstanbul Üniversitesindeki sosyoloji öğretimi içinde Ziya Gökalp’ın yerini belirtmeyi amaçladığı makalesinde şöyle der: “Türkiye’de sosyoloji öğretiminin Ziya Gökalp tarafından verilen dersIerle 1910 yılında Selanik Sultani Mektebi’nde (İttihat ve Terakki İdadisi) başladığı bilinmektedir. Ziya Gökalp’ın teklifi ile ders programlarına giren sosyoloji (İlm-i İçtima) dersi, 1910 yılından bu yana gittikçe alanını genişleterek orta ve yüksek öğrenim kurumlarındaki yerini almıştır.”
Ziya Gökalp “23 O,cak 1913’te İttihatçıların tekrar iktidara gelmesinden sonra Darülfünun’a geçerek içtimaiyat Müderrisi” olur ve bu görevi 30 Ocak 1919 tarihindeki tevkifine kadar sürer. Ziya Gökalp’ın sosyoloji öğretimi için Edebiyat Fakültesi’nde müderrislik kabul etmesi “merkez-i umumi azaları”nın ısrarı üzerinedir. “Yeni Hayat” adlı kitabında yer alan “Dar-ül Fünun” başlıklı manzumesinde Ziya Gökalp, bugün “üniversite özerliği” şeklinde İfade edilen düşünceleri savunur:
“Bırakınız bunlar kendi kendine / Seçilsinler, siz seyirci kalınız, /llmi verin alimlere, siz yine /Ele mülkün dizginini alınız. /Dar-ül fünun (Üniversite) emirlerle düzelmez, / Onu yapar ancak serbest bir ilim; / Bir mesleğe haricinden fer gelmez / Bırakınız ilmi yapsın muallim!”
Nazi yönetiminden kaçan Alman akademisyenler tarafından üniversite özerkliği pekiştirildi. Ama bu özerkliği ilk çiğneyen CHP hükümeti oldu ve üniversitede 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül cuntalarına öncülük eden ilk temizlik yapıldı.
Üniversite özerk olduğu ve Rektör temizliğe karşı çıktığı için bulunan çözüm Eğitim Bakanlığı’nın sosyoloji bölümünü ilga etmesi oldu. Bu temizlikten sonra AÜ Rektörü istifa edecekti. Akademik onur! Doğduğum 1948 yılı temizliğinde bölümü ilga olunarak kovulan Behice Boran sosyologdu. Oğlu da defalarca tasfiyeye uğrayan Pertev Naili Boratav da. Niyazi Berkes de. Muzaffer Şerif ise sosyal psikolog. Ama üniversite tasfiyesinde rekor RTE/AKP yönetiminde. Haklarını yemeyelim!
Bunun ötesinde radikal temizlikler de. Yani suikast! Bunun en çarpıcı örneği Ziya Gökalp’in kuruculuğuyla övünülen, İÜ Sosyoloji bölümünde yaşandı. Elbette İÜ İktisat Fakültesi’nde ve Edebiyat Fakültesi’nde iki ayrı kürsü olduğunu belirtelim. Kürsü başkanı Cahit Orhan Tütengil’in öldürülmesi.
Kürsüde, Ord. Prof. Dr. Fındıkoğlu’nun hegemonyası söz konusuydu. 2. Dünya Savaşı sırasında biraz Nasyonal Sosyalizm hayranı idi kendileri! Bize cilt cilt Marksizm eleştirisi okuttu. Ters tepti!
Cahit Orhan Tütengil kürsünün siyah kuşu gibiydi, uzun yıllar engellendi. Sonunda kürsü başkanı olması engellenemedi ama. Ve sorun onun evinin önünde otobüs beklerken vurulması ile radikal bir biçimde kapandı. Onun yüzükoyun yerde yatış görüntüsünü asla unutamam. Hrant Dink’in görüntüsü gibi.
Doktora ve akademik kariyer defterini kapayıp, “Demokrat” gazetesinin çıkış hazırlıklarına yoğunlaştım.
Cenaze çiçeği burnunda Demirel Hükümeti polisinin saldırısına uğradı. Buna rağmen mezarlığa kitlesel yürüyüş vedası engellenemedi.
Sosyoloji bölümü onun anısına bir özel dergi sayısı yaparak timsah gözyaşları döktü. Kürsünün “idealist” mensuplarından hiçbirinden bu cinayete tepki duymadım.
60’lı yıllarda İÜ Edebiyat Fakültesi’nin parlayan sosyologları ise, Oya ve Muzaffer Sencer idi. Ayşe Nur onların talebesiydi, doktora hazırlığında. Üniversite sözde “özerk” idi, ama İÜ senatosuna Tıp Fakültesi ağırlıklı Masonik bir klan hakimdi. O dönem iki akademisyen iki tabu konuyu akademik alanda deşti. İşçi sınıfı ve Kürt halkına ilişkin tabular.
Oya Sencer’ın (Baydar) Türkiye işçi sınıfına ilişkin tezi ret olundu. Bundan dolayı, İÜ rektörlüğü, akademik özgürlüğe yönelik bu saldırıdan dolayı Deniz Gezmiş öncülüğünde işgal olundu (mini işgal).
Kürt halkı konusunu sosyolojik olarak deşen İsmail Beşikçi’ye ise Erzurum Üniversitesi yüklendi.
Aynı dönem Tıp Fakültesi klanı İktisat Fakültesi’nde rengini belli eden iki akademisyenin Prof. olmasını engelledi. İdris Küçükömer ve Sencer Divitçioğlu. Onlar da hocamdı. Tunaya da.
Ama hala üniversite hala kurum niteliğini korumaktaydı. Ayşe Nur Maliye Üniversitesi Kütüphanesi’nin yöneticisiydi. Demirel’in has adamı, Hürriyet gazetesi danışması Siirtli Memduh Yaşa şef atanana kadar. Ayşe istifayı bastı daha ilk saygısızlığında. Belge Yayınları bir yerde, Memduh Yaşa sayesinde kuruldu.
Oya Sencer akademik kariyerine yeni kurulan Hacettepe Üniversitesi’nde devam etti. Yalçın Yusufoğlu da o zaman Hacettepe’deydi. İsmail Beşikçi ise mezun olduğu AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi tarafından kabul olundu. En saygı değer Mülkiyelilerdendir o.
Ve 12 Mart’ta perde indi. Paşalar meğer topluma bol gelen bir elbise giydirdiklerini düşünüyorlarmış.