Duyduk ki…
Bu işler duyulur da durmak olur mu? Varalım dedik görelim dedik… İşte bu nedenledir ki Yeşilçam misali, siz bu satırları okuduğunuzda belki de ben çok uzaklarda olacağım…
Hepimizin başından geçmiştir elbet ve yine geçer varsa yazımızda yeri… Mehmet Ağar diye bir şahıs var bir türlü görmezden gelemiyoruz. Yani “tamam, bu adam hayatımda yok artık ben öyle imiş gibi davranacağım” diye karar alsak bile anında çömezi imdada yetişiyor ve ensemizin dibinde ötmeye, itişip kakışmaya falan başlıyor. Hani İngilizler “hard to avoid” derler ya aynen öyle işte.
Ağar, vukuatlı bir şahıstır. Örneğin Özgür Ülke gazetesinin bombalanması esnasında Emniyet Genel Müdürüdür ve o üç bombayı onun adamlarının yerleştirdiğinden zerre kadar kuşkusu olan bir kişiye bile şahsen ne sağda ne solda ne Kürt ne de Türk henüz rastlamış değilim. Gerek bu makamı işgal ettiği, gerekse daha öncesi, Ankara ve İstanbul Emniyet Müdürü olduğu dönemlerde binlerce işkenceyle gözaltında “kayıp” ve “faili meçhul cinayet” vakası gerçekleşti, onun kirli kunduralarının bastığı her yerde. Kendisi de suçunu “bin operasyon yaptık” diyerek çoktan itiraf etmiş bulunuyor.
Sonra ne mi oldu? Devlet tarafından ödüllendirilerek 1996’da önce Adalet Bakanı, ardından da İçişleri Bakanı yapıldı. İşte bu şahıs, Cumartesi Anneleri’nin yeminli düşmanıdır. Çünkü anneler hangi taşı kaldırsa altından kendisi ve yardakçıları çıkacaktır, çok iyi biliyor. O nedenle çömezini üzerimize salıyor. Ağar güya yargılandı ve beş yıla hüküm giydi. Ama suçlamalara ve hükme baktığımızda aslında yargılanmamış olduğundan zerre kadar kuşkusu olan birine de henüz rastlamış değilim. Onu, çetesini ve “soy”unu yargılayıp gerekli hükmü vermeye bu düzenin mahkemelerinin gücü belli ki yetmiyor. Belki de bu düzenin, Ağar, onun katil çetesi ve “soy”u ya da çömezi olmadan kendini yeniden üretmesi mümkün değil; o nedenle ölümüne koruyor kolluyor, bağrına basıyor. Bu hafta sizlere Plaza de Mayo Annelerini yazmak istiyordum ama onların başarısı yanında bizim direnişimiz bir türlü bir menzile varamadığı için yazmak gelmiyor içimden. Yediyüzbirinci haftadayız artık:
“Yapışıp sabanın sapına
Şol kardeş toprağını
Biz de bir yol sürelim”
denilecek zamandır.
Not: Nazım Hikmet, Şeyh Bedreddin Destanı.