Çok basit ve yüzeysel bir genellemeyle, devlet aygıtını yönetenlerin, yani iktidar odaklarının müesses nizamı, yeni Türkçeyle kurulu düzeni belirlediklerini söylemek mümkündür. Burjuva demokrasilerinde oyun bu düzenin sınırlarında oynanır. Genel anlamlarıyla sağ veya sol görüşleri temsil eden siyasi partiler devlet kaynaklarını sadece kurulu düzenin elverdiği oranlarda, temel dengeleri bozmayacak şekilde sermayeden ya da emekten yana eğebilir, bükebilir ama asla tersyüz edemezler.
İktidar değişikliğinin düzene zarar vermemesini sağlamak için iki yol var. Bunlardan biri kuvvetler ayrılığı ilkesinin içselleştirilip gerçek kılınması ise, diğeri de perde arkasında iş gören bir derin devletin, yeni ifadesiyle paralel devlet yapılanmasının varlığıdır.
Oyunu bozmanın tek yolu devrimdir ve düzenler de bu ihtimale karşı gereken tedbirleri Paris Komünü’nden bu yana yazılı olmayan bir anlaşmayla sağlamış bulunuyorlar. Batı demokrasileri için söz konusu olan bu konsensüs, dünyanın diğer bölgelerinde sağlanamadığından, oralarda dış destekli darbeler, hatta doğrudan dış müdahaleler de sıradan vakalar olarak görülürler.
Şili’de seçim kazanarak iktidara gelen Marksist devlet başkanı Salvator Allende’nin devrilmesi örneğin, CIA ajanlarının güdümünde bir askeri darbeyle gerçekleşmişti. Daha yakın tarihlerde Gürcistan, Ukrayna veya Belarus gibi eski Sovyet Cumhuriyetleri’nde seçim sonuçlarına yönelik itirazlar kimi dış odaklar tarafından manipüle edilerek ‘renkli devrim’ deneyimleri yaşandı.
2018 yılında kitlesel bir sivil itaatsizlik örgütlemeyi başaran Nikol Paşinyan da Ermenistan’da yaklaşık otuz yıl boyunca yolsuzluklar üzerine inşa edilen bir iktidar bloğunu bozguna uğratmıştı. Burada söz konusu iktidar bloğu, bağımsızlıktan bu yana Levon Der Bedrosyan, Robert Koçaryan ve Serj Sarksyan tarafından, adeta birbirinin devamı niteliğinde bir oligarşik yapılanmayı inşa ettiler.
Sovyet döneminde yeraltında hareket eden, ancak ilişkiler ağını siyasetin seçkinlerine kadar geliştirebilen mafyatik örgütlenmeler, bağımsızlık sonrası ‘hayırsever iş insanı’ sıfatıyla ülkenin toplumsal ve siyasal yaşamında arz-ı endam ettiler. Sanayi üretiminin durduğu, fabrikaların ‘özelleştirme’ adı altında talan edildiği bir geçiş sürecinin ardından herkesin işini kaybettiği, yoksullaştığı bir dönem başladı. Karabağ savaşı ve ardından gelen ambargoların sonucunda ithalat piyasasında tekelci karteller yaratan oligarklar gelişmiş bir sanayi ülkesi olan Ermenistan’ı çok kısa bir sürede yoksullaştırmayı başardılar.
Bu Pazar Ermenistan halkı yeniden sandık başına gidiyor. Üç yıl kadar önce başkanlık sisteminden parlamenter sisteme geçen ülkede başbakanlık için üç aday yarışıyor. Kadife devrimin kahramanı ve 2. Karabağ savaşının kaybedeni Nikol Paşinyan, şahin politikalarıyla bilinen Robert Koçaryan ve Turgut Özal hayranı olarak Türkiye’ye dostluk mesajlarıyla yaklaşan, ancak sağ ve sığ Türk siyaseti tarafından uzattığı dostluk eli karşılıksız bırakılan Levon Der Bedrosyan.
Süt içerken ağzı yananlar 20 Haziran’da yoğurdu üfleyerek seçim sandığına gidiyorlar.