Bir süreden bu yana Türkiye’de siyasetin tükenmişlik halini yaşamaktayız. Politikanın aktörleri söylemlerinde bir tutarlılık sağlayamıyor. Yıllar önce Süleyman Demirel’in kendi sözleriyle çelişen açıklamalarını ‘dün aynı konuda şöyle demiştiniz’ diyerek anımsatan gazetecilere cevaben, “Dün dündür, bugün bugündür” demişti. Demirel’in bu veciz sözü kendinden sonra da siyasi hayatımıza damgasını vurmuş bulunuyor.
Değişen koşullar karşısında taktiklerin, stratejilerin, yöntemlerin de değişmesi yadsınacak bir hal değildir. Tersine, her türlü gelişmeye, o gelişmenin dayatmalarına eski yöntemler ve araçlarla karşı durmaya çalışmak anlamsız ve nafile bir çaba olarak görülür.
Ne var ki, dönemsel değişimlere göre insanın benimsediği, değer verdiği ilkelerini de değiştirmeye çalışması, çağdaşlaşma veya zamana ayak uydurma değil, düpedüz dönekliktir.
Örneğin Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ gibi iki eski eş genel başkan halen demir parmaklıkların ardındayken, onlarca milletvekili, belediye başkanı, parti yöneticisi hapishanelere kapatılmışken AKP’nin mevcut kadrolarıyla yeni bir çözüm süreci ihtimalinden bahsetmek düpedüz ilkesizliktir.
Hatta yeni bir başlangıç yapmak adına yukarda andığımız isimler kısa bir sürede serbest bırakılsalar, eski konumlarıyla görevlerine dönseler dahi, öncelik yeni bir çözüm masası kurmak değil, devrilen masanın yol açtığı yıkımın, acıların, can kayıplarının, Suruç’un, Ankara Gar katliamının, Deniz Poyraz’ın hesabını sormaktır.
Mesele döneklik olunca, siyaset meydanımızda bu dönme halini tanımlamak için esneklik, çıkar hesabı falan gibi mazeretler durumu açıklamaya yetmiyor. Şimdi artık bu tabloyu fırıldak benzetmesiyle betimlemek zorundayız.
“Hükümetlerin devlete karşı işlenen suçları affetme yetkisi vardır. Ama kişilere karşı işlenen suçları ancak o suçtan ötürü mağdur olanlar affedebilir”. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu son derece mantıklı açıklaması en azından bazılarımızın hafızasındaki yerini koruyordur. Bu açıklamalardan aylar sonra, özellikle 2020 baharına girdiğimiz aylarda, cezaevlerindeki mahkûmların ve tutukluların pandemi şartlarında tahliyesi söz konusu olduğunda aynı Erdoğan devlete karşı suç işleyenlerin salıverilmesinin söz konusu dahi edilemeyeceğini söylemişti. Çoğu yurttaş tarafından ‘kişiye özel af’ olarak tanımlanan bir uygulamayla başta MHP Genel Başkanı’nın dava arkadaşı olmak üzere cinayet, yaralama, gasp, tecavüz ve narkotik suçlardan hüküm giymiş birçok mahkûm salıverilmişti. Hasta mahkûmların tahliyesine ‘kamu güvenliği’ bahanesiyle engel olan Emniyet Müdürleri de bu salıvermede bir sakınca görmemişlerdi.
Memleket dışardan bakınca komedi, içerden bakınca ise trajedi sahnesine dönmüş halde. Cumhurbaşkanına Diyarbakır’da yapılan ‘Biji Serok Erdoğan’ tezahüratı tam da bu komedi-trajedi ikileminin bir örneği gibiydi.
Meselenin en komik tarafı ise ‘Biji’ ve ‘Serok’ sözcüklerini duyunca sadece rehber Apo’yu anımsayan Devlet Bahçeli’nin nasıl bir tepki vereceğini düşününce yaşanıyor.
Hepsi bir yana, ‘Ölmek var dönmek yok’ şiarıyla yola çıkan sendikacılar sözlerini tuttular.
El alem gülsün, biz gülecek halde değiliz, biz yastayız, biz ağlamaktayız.