Kâr hırsıyla doğaya karşı işlenen suçların en basitlerinden biri tarla açmak için ormanları yakmaktır. Gerçekten de doğanın talanının binbir hali ve verilen zararların niteliği düşünüldüğünde, kasıtlı olarak çıkarılan orman yangınları devede kulak gibidir. İnsanlar tarih boyunca bu suçu işlemiş, ormanın endüstriyel değerini tarımsal üretime feda etmişlerdir. Burada şüphesiz ki temel olan dürtü, üretimin kolay olanından yararlanmaktır. O yüzden de kendi doğal kaynaklarımızdan yararlanamadığımız uzun yıllar boyunca kereste Türkiye’nin önemli ithalat kalemlerinden birini oluşturmuştur. Biz orman ürünlerini sadece yakacak olarak değerlendirirken, inşaat ve mobilyacılık sektöründe kullanabileceğimiz işlenmiş keresteyi dışarıdan aldık.
İklim krizine yol açan fosil yakıt tüketiminin önlenememesi, buna bağlı olarak kutuplardaki buzulların çözülmesi, okyanuslardaki kirlilik, soluduğumuz havadaki zehirli maddeler salt bugünümüzü değil, geleceğimizi de tehdit eden olgular olarak karşımızda duruyorlar.
Kasıtlı olarak çıkarılan orman yangınları sadece tarla açmakla sınırlı değil. Özellikle turistik alanlarda vahşi bir yapılaşmanın gayretiyle de her yıl çok büyük orman alanları ateşe veriliyor. Bu gerçeklik bilindiğinden, yanarak orman vasfını yitiren arazilerin imara açılmasını önlemek üzere çıkarılan pek çok yasa var. Ancak yasaların açık bıraktığı alanları değerlendiren marifetli hırsızlar, muhtelif hukuk oyunlarıyla bu engellemeleri aşmanın yollarını buluyorlar. Belediyelerin bu suçlardaki rolü bilinen bir gerçekliktir. Nitekim Türkiye’de belediye meclislerinde görev alanların mesleki dağılımları incelendiğinde, bu konuda önemli işaretlere ulaşılacaktır.
Ülke Temmuz ayının son haftasında yaygın orman yangınları yaşıyor. Özellikle Akdeniz ve Ege bölgelerinde aynı anda birçok noktada birden baş gösteren yangınlara müdahale ise tam bir beceriksizlik tablosu oluşturuyor.
Bu beceriksizlik içinde en başarılı olunan alan ise manipülasyon. Ülkeyi teslim almış olan düşmanlaştırma siyaseti bu konuda da kendini gösteriyor. Trol dezenformasyonu ile yangınların HDP sabotajı olduğu iftirası bir hayli taraftar buluyor. Hatta bu iftira ile zehirlenen kitleler, söndürme çalışmasına katılmak için araziye gelen insanları, lehçelerinden şüphelenerek kimlik sorgulamasına alıp, Kürt oldukları için linç etmeye bile kalkışabiliyorlar.
Adil bir yargı sistemi, sayıları binlerle değerlendirilen linçci gruptan en az birkaç yüzünü bölücülük suçlamasıyla mahkemeye sevk etmeli. Aynı şekilde sosyal medya paylaşımlarında sinema filmlerinden alınan görüntülerle bu iftira kampanyasını körükleyenler de işledikleri suçun olası sonuçları öngörülerek yargılanmalı.
Tüm bu safça beklentilerin günümüz gerçeğine uymadığı bilinen bir gerçek. O yüzden de sıkça dillendirilen şu sözü akılda tutmak gerek: “Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner”.
Cezasızlık siyasetini yok edecek, o gün gelene kadar işlenen suçların kaydını doğru tutmak gerekiyor.