Özgür Müftüoğlu
Halkı yoksul olan ülkeler, genellikle diktatörler tarafından yönetilir. Bu diktatörlerin hemen hepsi dünyanın en zenginleri arasında yer alır; yazlık, kışlık saraylarda lüks içinde yaşar ve servetlerinin büyük kısmını -halk kendine karşı birleşir, iktidardan alaşağı eder korkusuyla- kendi ülkelerinin dışında tutar. Halkın yoksulluk, iktidar sahiplerininse varsıllık içinde yüzdüğü ülkelerin çoğu (Afrika, Latin Amerika, Orta Doğu gibi) yer altı ve yer üstü zenginliklerinin üzerinde kuruludur.
Ülkenin zenginliğine rağmen halkın yoksulluğunun esbab-ı mücibesi sanıldığı gibi sadece iktidar sahiplerinin tüm zenginliğe el koymuş ya da -moda tabirle- “çökmüş” olmasından ötürü değildir. Zira bu ülkelerin çoğunun sahip olduğu zenginlik, iktidar sahipleri ve şürekası tarafından halkı yoksulluğa itecek ölçüde talan edilemeyecek kadar çoktur.
Açlık seviyesine varacak boyutta yoksulluğa sebep olan dikta rejimlerini destekleyen, onları iktidara taşıyan, yerli ve yabancı sermaye ile bunların ardındaki -ekonomik, siyasi, askeri vb.- gücü oluşturan kapitalizmin uluslararası kurumları ve emperyalist devletlerdir. Bu desteğin karşılığı olarak iktidar sahipleri, ülkelerinin doğal zenginlikleriyle emek gücünü yerli ve yabancı sermayenin sömürüsüne açar. Amiyane tabirle peşkeş çeker. Bunun karşılığında aldıkları rüşvet/pay, talan edilen kaynaklar içinde cüzi bir miktara tekabül etse de onları dünyanın en zenginleri arasına sokacak kadar yüklü olur.
Halkı yoksullaştırarak iktidarını sürdürmeye çalışan dikta rejimlerinin sona ermesinin iki yolu vardır: Birincisi rejimin/iktidarın, ardındaki sermayeyi yeterince tatmin edemeyerek onların desteğini kaybetmesi; ikincisi ise halk kesimlerinin içine düştükleri sömürü çarkının farkına varıp iktidara karşı güç birliği içinde mücadeleye girişmesidir. Yasama ve yargının iktidarın mutlak güdümüne girdiği bu rejimleri “seçim yoluyla alaşağı edilebileceği” algısını yaratan bir söylemse abesle iştigalden ibarettir. Seçimle dikta rejimini değiştirebileceği algısını yaratan muhalefet, rejimin çanağına su taşımaktan başka şey yapmış olmaz bu durumda.
***
Enflasyon, başta emek olmak üzere toplumun sahibi olduğu kaynakları değersizleştirerek, sermayenin bunların üzerine “çökmesi” ve halkın yoksullaştırılmasına neden olan etkenlerin başında gelir.
AKP iktidarının güdümünde bilimsel güvenirliği sıfırlanmış olan TÜİK bile enflasyonu gizleyemiyor: Geçtiğimiz ay yıllık (Temmuz 2020-Haziran 2021) Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) yüzde 17,53’e Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE) ise yüzde 42,89’a ulaştı. Birçok iktisatçı gidişatın hiperenflasyona doğru olduğu görüşünde ortaklaşıyor.
Bir sosyal bilimci olarak bu verilerde dikkatimi en çok çeken, “TÜFE ile ÜFE arasındaki yüzde 25’i aşan fark” oldu. Bu farktan anlaşılan, üreticiler geçen bir yılda artan maliyetlerinin çok önemli bir kısmını fiyatlara yansıt(a)mamış. Bunun sonucu olarak da -istatistikler bir tarafa, sokağa bakıldığında görüleceği üzere- birçok işletme iflas etti, milyonlarca emekçi işsiz kaldı.
Peki batmayan, ayakta kalanlar, aradaki bu farkı nasıl karşıladı/karşılıyor?
Yanıt basit: Küçük üreticiler ayakta kalmak için fiyatlara yansıt(a)madıkları maliyet artışını daha önceki kriz dönemlerinde de olduğu gibi ürün kalitesini düşürerek veya borçlanarak ya da eşlerinin varsa yastıkaltı minik tasarruflarıyla vs. karşılıyor. Orta ve büyük işletmelerin büyük bölümü ise maliyet artışını fiyatlara yansıtmamak için emek maliyetlerini düşürme yoluna gidiyor. Bunu da işçi çıkartarak ve/veya enflasyon düzeyinde ücretleri arttırmayarak (reel ücretleri düşürerek) yapıyor. Elektrik ve doğal gaz zamlarını, kamu emekçileri ve emeklilerin ücretlerine yansıtmamak için 1 Temmuz’da yapması da bu oyunun parçası.
“Yoksulluk zenginliğin kaynağı, zenginlik ise yoksulluğun nedenidir!” kuralı kapitalizmin her döneminde olduğu gibi bugün için de geçerlidir. Bu bağlamda küçük üretici de küçük esnaf da ücretli emekçi ve emekli de artan enflasyonla birlikte yoksullaşmış, önümüzdeki dönemde daha da yoksullaşacaktır. Bu çark üzerinden parmakla sayılacak kadar kişi ise daha da zenginleşecektir. Sermaye sahipleri kadar dikta rejimiyle iktidara çökenler ve onların şürekası da bunların içindedir.
Enflasyonla ve diğer nedenlerle yoksullaşanlar, yoksullaşanlar üzerinden zenginleşenler ve tüm bunların koşullarını hazırlayan kapitalist düzen sorgulanmadan ne emek ve doğa sömürüsü ne de diktatörlüğün olmadığı demokratik bir ülke için mücadele mümkündür!