Özgür Müftüoğlu
Cumhurbaşkanı’nın eşi Emine Erdoğan, “Gıdanı Koru Sofrana Sahip Çık” kampanyasının birinci yılı kapsamında düzenlenen etkinliğinde yaptığı konuşmada açlığa, yoksulluğa karşı, “Küresel bir seferberlikle bireysel davranışlarımızı değiştirerek insanlığı içine düştüğü bu utançtan kurtarabiliriz. Gelin hep birlikte basit önlemler alalım. (…) Porsiyonlarımızı küçültelim, israftan vazgeçelim” önerisinde bulunmuş.
Bayan Erdoğan’ın konuşması, küresel eşitsizlikler nedeniyle açlıktan kavrulan Orta Asya ve Afrika ülkelerine “acıma” duygusuyla yaklaşan zengin bir ülkenin “leydi”sinin yaklaşımını çağrıştırdı ilk etapta. Fakat daha sonra gelir eşitsizliğinde, işsizlikte, yoksullukta ve bu nedenlerle intiharlarda dünyada ilk sıralarda yer alan bir ülkeyi yöneten “tek adam”ın eşinin bu cümleleri dillendirmesini, “feodal düzen öykünmesiyle ülkeyi saraydan yönetme” özentisinin sonucu olarak değerlendirmek daha yerinde göründü.
Zira tarih; pek çok anlam katmanının nesnesi olan sarayın, yönetici zümre ile toplum arasında bir kopuşa yol açtığının örnekleriyle doludur. Belki tam bu nedenle yani yöneticilerin toplumsal gerçeklerinden ve kendilerine karşı oluşacak tepkiden kaçmak için sarayların ve benzeri mekanların ardına saklandıkları savını pek de göz ardı etmemek gerekir!
Ama tarih bize şunu da gösterir ki saraylar toplumun gerçeklerini görmezden gelmeyi zaman zaman sağlasa da toplumdan saklanmak için yeterince güvenilir mekanlar olmamıştır hiç!
Saray mevzusunu bir yana bırakalım şimdilik ve şu “porsiyon küçültme” önerisine bakalım: Bayan Erdoğan’ın porsiyon küçültme önerisi, ne öneriyle sınırlı kaldı ne porsiyonla. Bu konuşmanın ertesi günü temel tüketim ve üretimde ham madde olarak kullanılan elektriğe yüzde 15, evde kullanılan doğal gaza yüzde 12, sanayide kullanılan doğal gaza yüzde 20 zam yapıldı. Henüz gün bitmeden iğneden ipliğe zam haberleri gelmeye başladı.
Yılın ilk yarısından (haziran ayının son gününden) dakikalar sonra (1 Temmuz’da) yapılan bu zamlar, başta kamu çalışanları olmak üzere emekçilerin büyük kısmını doğrudan ya da dolaylı etkileyecek olan ikinci altı ay ücret artışlarına yansıması gereken enflasyon payına etki etmedi. Yani bu zamların ücretlere yansıması engellenmiş oldu. Böylece emekçilerden çalışma olanağı bulanların satın alma gücü daha da düştü, bu kesim yoksullaştı. “Normalleşme”yle birlikte işten çıkarma yasağının yanı sıra kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin desteğinin de kaldırılmasıyla işsiz kalacaklarla daha artacak olan işsizlik ordusunda yer alan milyonlarca emekçinin ise açlıkla mücadelesi daha da zorlaştı…
“Porsiyon küçültün, israfı önleyin!” telkininin İslam kültüründe yer alan “aza kanaat etmek” anlayışı üzerinden manevi duygulara hitap ettiği açıktır. Zira ülkenin AKP iktidarının da büyük katkısıyla, sağlıklı beslenemeyen ya da doymadan sofradan kalkan insanların ülkesi haline geldiğini; sarayda yaşamayan, halkın yoksullaşması üzerinden zenginleşmeyen ve zihinsel körlüğü olmayan herkes görebilir. İşte bu sözlerin hemen ardından yapılan zamlarla birlikte düşündüğümüzde saray iktidarının yoksullaştıran, açlığa mahkûm eden politikalarını meşrulaştırmak için sarf edildiğini söylemek abesle iştigal olmayacaktır.
Zamlar, düşük ücretler, yoksullaşma, açlığa terk edilme, köprülere, otoyollara, şehir hastanelerine, Kanal İstanbul’a aktarılan paralar… Tüm bunlar sınıflar arası güç ilişkilerinin sonucunda gündeme gelen meselelerdir. İşçi sınıfı ve tüm emekçiler sınıf bilinciyle örgütlenmiş olsa ve kendilerini yasalarla sınırlandırmayarak üretimden gelen gücünü topyekûn mücadeleye dönüştürebilse bunlar gündemde olmaz ve kimse, zaten karnı doymayan halka “porsiyon küçültme”yi telkin edemez!
Ezcümle: Porsiyonu (ekmeği) küçültmemek için mücadeleyi büyütelim!