Özgür Müftüoğlu
Turizm Bakanlığı, turistlere pandemi endişesi taşımadan Türkiye’de tatil yapabilecekleri mesajı vermek için “Siz eğlenin, ben aşı oldum” yazılı maskeler giydirilen turizm sektörü çalışanlarının gösterildiği bir tanıtım videosu hazırlamış. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun yaptığı “Turistlerin gördüğü herkes aşı olacak” açıklamasıyla birlikte bu video değerlendirildiğinde turist çekmek için turizm emekçilerinin öncelikli olarak aşılanmasının, yalnızca bir bakanın ya da bakanlığın değil, AKP hükümetinin genel yaklaşımı olduğu anlaşılıyor.
Muhalefet partileri, Dışişleri bakanının açıklamasına doğrudan bir tepki göstermezken videoya gösterilen tepki öne çıktı ve kendisi aynı zamanda turizm şirketi sahibi de olan Turizm bakanının istifası istendi. Tepkiler genellikle ‘kendi yurttaşlarını aşılamayan devletin turist olarak gelecek yabancılara ayrıcalık sağladığı ve Türk milletini aşağıladığı’ yönünde oldu. Milliyetçilik soslu gerekçelerin öne çıktığı bu tepkilerle, muhalefetin AKP’yi “yeterince milliyetçi olmadığı” üzerinden köşeye sıkıştırmak istediği anlaşılıyordu. Eleştiriler, Cumhur İttifakı’nın yumuşak karnı olan milliyetçilik üzerinden olunca karşılık bulması da fazla gecikmedi ve video yayından kaldırıldı. Muhalefet de sesini kesti haliyle!
Peki hükümetin videoyu kaldırmak dışında sermayeyi ve siyasi iktidarın bekâsını korumak için emekçileri pandemiye kurban etmeye yönelik yaklaşımında bir değişiklik oldu mu? Olmadı elbette! Muhalefetin hükümetten böyle bir talebi de olmamıştı zaten.
Turizm Bakanlığı’nın videosu ve Dışişleri bakanının sözleriyle siyasi iktidarın açığa çıkan yaklaşımı, Türk milletinin aşağılamasının ötesinde -muhalefetin eleştirilerinde dillendirmediği- çok daha derin toplumsal sorunlara işaret etmektedir. Çok uzun zamandır AKP’nin, toplumun ortak sorunlarında vatandaşlar arasında ayrımcılık yaratarak onları birbirine düşürmeyi, iktidarını sürdürmenin aracı olarak kullandığının tanığıyız. Kütler, Aleviler, Suriyeliler vs derken ayrımcılığa uğrama sırasının Türk milletine de gelmiş olması çok da beklenmedik bir durum değil bu nedenle. Öte yandan AKP’nin devlet-yurttaş ilişkisi içinde yurttaşın haklarını korumasını beklemek de gerçekçi değil bu arada…
Zira AKP iktidara geldiği 2002 Kasımından bu yana uyguladığı politikalarla devleti “şirket mantığı” ile yönettiğini sayısız kez gösterdi. Birçok defa en yetkili kişilerce de ifade edildi bu. Örneğin 2010’da Ankara’da TEKEL direnişinin devam ettiği süreçte o sıralar başbakan olan Erdoğan, işçilerin hakları üzerine sorulan bir soruya “Biz bu devleti adeta bir özel sektör mantığı ile çalıştıracağız…” yanıtını vermişti şaka yaparcasına. Şaka değildi ama. İktidarı boyunca AKP ülkeyi gerçekte de bir devletten ziyade bir şirket gibi yönetti.
Hal böyle olunca yurttaşlar kimi zaman -yolunacak tavuk- “müşteri” kimi zaman da -üzerinde tahakküm kurularak, sömürülen- “işçi” olarak görüldü.
Pandemi süreci ise bu durumu tüm çıplaklığıyla ortaya koydu. Bulaşın başından bu yana “fiziksel mesafe” kuralı uygulanmayarak emekçiler, yaşam hakları ve toplum sağlığı ihlal edilerek çalıştırıldı. İSİG Meclis’in tespitlerine göre 2020 yılında en az 741 işçi Covid 19 nedeniyle yaşamını yitirdi. Geçtiğimiz nisan ayında belirlenebildiği kadarıyla aynı nedenden ölen işçi sayısı 135 oldu. TTB ve sağlık meslek örgütlerinin tüm uyarılarına rağmen öğretmenler aşılanmadan yüz yüze eğitime geçilmişti. Bu yüzden yine belirlenebildiği kadarıyla 162 eğitim emekçisi Covid 19 nedeniyle yaşamını yitirdi.
Sözün özü: Diğer emekçiler aşılanmazken sadece “turistler eğlensin” diye turizm emekçilerinin aşılanması, Türk milletinden önce işçi sınıfına yönelik bir ayrımcılıktır. Muhalefet partileri bunu görmedikleri/görmek istemedikleri için emekçilerin yaşam hakkının ihlal edilmesi umursanmadı yine ve muhalefet muhalifliğini milliyetçilik üzerinden yapma alışkanlığını sürdürdü.